-Bölüm On Yedi-

184 45 3
                                    

"Nasıl yani Cadılar Meclisi gibi bir şey mi ?"

Kıvanç kaşlarını çattı. Hayaletlere takıntılı bir büyükanneye sahip olmasının, şimdiye dek bu konuya bağlantılı olacağı aklına gelmemişti besbelli. Bu fikir üzerine bir süre kafa patlattı ve sonra biraz kararsızca da olsa başını iki yana salladı.

"Sanmıyorum," dedi. "İmkânsız bir sürü şeye inandıklarını biliyorum. Galiba bunların hep deli Saçması şeyler olduğunu düşünmüştüm... Şimdiye kadar."

Kıvanç beni ölçercesine süzerken başımı yeniden önüme eğdim. Bakışını gayet iyi anlıyordum: İmkansız o şeylerden biri de bendim.

"Sence beni, yani benim... Burada olmamı dert edermiydi? " diye sordum güçsüzce.

Kıvanç başını iki yana salladı, kendinden emin görünüyordu. "Mümkün değil. Büyükannem hayaletlere inansa da bu onları gördüğü anlamına gelmez. Ayrıca ona senden bahsetseydim, muhtemelen tüm teorilerini kanıtladığım için heyecanlanırdı o kadar."

Tiz kahkaham, aniden bu konu hakkında hissettiğim tedirginliğe ihanet etti. "O halde, ona ruh çağırma tahtası hediye etmeyeceğin konusunda anlaşalım, tamam ?"

Kıvanç kaygımı hissetmemiş gibi görünüyordu çünkü o da güldü ve masaya rahatça yerleşti. Büyükannesi konusunda haklıydı elbette; onun dışında kimsenin görmediği sınıftaki performansım bunu kanıtlıyordu. Yine de konuyu doğaüstü meselelerden başka bir şeye çevirmek için iyi bir andı bu, böylece onun hayatıyla ilgili başka sorular sormaya koyuldum.

Gri bulutlar gökyüzünden tamamen çekilip Mavilik pembelere ve morlara karışıncaya dek konuşmayı sürdürdük. Gökyüzü değişirken, Kıvanç biraz arkadaşlarından ama genel olarak sevdiği şeylerden bahsetti: Hiç izlemediğim korku filmleri, dinlemediğim müzisyenler ve edebiyat. Ernest Hemingway'i nekadar çok sevdiğimi söylediğinde, düşünmeden hemen bir cümle fırlayıverdi ağzımdan.

"Of, Hemingway'in yazdıklarından nefret ederim."

"Ha? Kendinle ilgili bir şey hatırlamadığını sanıyordum. "

"Hatırlayamıyorum. Hatırlamıyorum," diye bocaladım. "Ama...sanırım...Hemingway'i sevmediğimi hatırlıyorum."

Yazarın ismi bile o tuhaf görüntülerden birinin zihnimde çakmasına neden olmuştu. Aniden açık ve berrak bir sahne canlandı aklımda: Ellerim de tuttuğum bir tabak, çimlerde bağdaş kurmuş oturarak okuduğum ince bir öykü kitabı. Yaz güneşi, şimdi Kıvanç ile benim tepemizde batan güneşten daha da çok aydınlatıyordu bu anıyı.

Kendimi bu düşten kurtarmak için uğraştım: bunu yaptığımda Kıvanç bana beklentiyle, neredeyse heyecanla bakıyordu. Kaşlarımı çatıp görüntünün detaylarını hatırlamaya çalıştım.

"Hatırlıyorum...Bir öykü okuduğumu hatırlıyorum... bir kadın ile bir adam berbat bir konuşma yapıyorlardı ve adam safaride ölüyordu. Her neyse 'Bu bana göre değil' diye düşündüğümü hatırlıyorum."

Bir anlığına sessiz kaldık sonra Kıvanç uzun bir nefes verdi. "Sanırım edebiyat konusunda ki yargılarını sorgulamam lazım ama... yani vay canına, Lina."

"Evet." Duraksadım ve saygılı bir havayla ekledim: Ahbap."

Kıvanç güldü ve dalgın bir şekilde bankın üzerinde ki elime hafifçe dokundu. Tenimde ki ani sıcaklık artık tanıdıktı, sabah olduğundan daha az etkileyici değildi ama daha beklenen bir şeydi. Ve daha çok istenen.

Dokunuşuyla ürperdim ve açıklanamaz bir şekilde, görüş alanımın kenarları bulanıklaştı. Bu ürpertinin görüşüme bir şey yaptığını düşündüm önce. Fakat bu değişimin titrememle bir ilgisi olmadığını fark ettim hemen.

Etrafımda ki apansız değişimin bir başka görüntünün habercisi olduğunu anladım. Öncekinin hemen arkasından gelen bu görüntü, sanki beni bir gece vaktine alıp götürmüştü.

KAYIP RUH Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin