Onu her zaman sınıf camının arkasında, kursun karşısındaki eski görüntüsüne rağmen hiç yıkılmayacakmış gibi duran kırmızı evden çıkarken görüyordum. Tavır ve davranışlarıydı dikkatimi çeken. Her zaman aynıydı.
Önce sakin bir ifadeyle saatine bakıyor, sonra telaşlı bir şekilde hızlı ama narin bir kuğu gibi sokağın yolunu adımlıyordu.
Sessizce, kimseye zararı olmayan, masum biri olduğu o yere eğdiği temiz yüzünden belli oluyordu.
Ömrümde ilk defa bir insanı, bir kızı, bir namahremi böyle izliyordum.
Bu artık ben de değiştirilemez tatlı bir huy olmuştu.Onu böyle izlemem, bir psikopat gibi nereye gittiğini öğrenme planları yapmam; farkındayım hiç hoş değildi. Ama.. Bu bence masumcaydı. Zararı olmayan, can sıkıntısından doğan bir eylem. Hem tek onu izlemiyordum ki! Ondan önce bakkal amca geçiyor sokaktan, o uzun ağaç dallarının arasından, sonra okula giden önlüklü minik yavrular. Tek o değil... Kendini kandırma, dedi iç sesim. Bal gibi nefsine yenildin.
Yenilmiştim evet. Masum dediğim bu davranış dertsiz başıma iş açmıştı işte. Onu düşünmeden yapamıyordum.
Kaç yaşındaydı?
Her sabah nereye gidiyordu?
Adı neydi?
Babası ne iş yapıyordu?
Nereliydi?
Bir an onunla ilgili her şeyi öğrenme arzusuyla başbaşa kaldım. Sanki şeytan da şu köşeden sırıtıyordu.
Ama artık çok geçti.Birkaç hafta sonunda dayanamayıp sokak köşesinde onu beklerken buldum kendimi. Kalbim yaşamı yeni bulmuş gibi atıyordu. Aldığım nefesler ciğerlerime ulaşamadan yarı yolda kalıyordu. Heyecandan titriyordum işte. Ve sonunda o göründü. Feracelim...
Nasıl da yorgun yorgun yürüyor öyle... Gözlerinden uyku akıyor. Demek ki çok çalışıyor.Ah, işte gördü beni.
Hemen de çevirirmiş mahzun bakışlarını. Bekle kızım, yakında o bakışlarına kadar benim olacaksın.O günün gecesi ilk defa Rabbimden onu istedim. Hayırlısıyla olsun, dedim. Sonra dayanamadım, "Lütfen hayırlısı o olsun." diye eklemede bulundum. İçim içime sığmıyordu. Dolup dolup taşamıyordum da.
Beni anlayacak birileri var mıydı?