Öhöm öhöm
Öncelikle merba!
Uzun zaman oldu yazıcam diyeli.... Ama yazdım sonunda ve kontrol edecek kadar sabrım yok yayınlıyorum direk. Devamı gelebilirdi ama gelmedi neden çünkü okuyucular gerisini kendi kurgulasın, yazıda okuyucunun da söz hakkı olsun diye. Ayrı kitapta yayınladım çünküm orası yoonmin'e ait.
Gevezeliğin sırası değil, çok fazla küçük chim jungkook moments olmadı :"(
İyi okumalar~
++++++++++++++++++
Uzun süredir yattığı yatağından kalkıp önce biraz etrafı izledi daha sonra susuzluğunu giderebilmek için mutfağa yöneldi. Yoğun programları arasında kendilerine ayırabilecekleri 1 haftaları vardı ki tüm üyeler bu sebeple ailelerinin yanlarına gitmişlerdi. O ve Jungkook hariç. Havanın kötülüğü yüzen uçaklar iptal edilmiş, koskoca Seoul'den Busan'a gidecek boş bir otobüs bulamamışlardı.(Bütün dünya bir olup gitmelerini engelliyor işte) En sonunda ikisi de pes edip yurda geri döndüler. Jimin, küçük olan ile arasını düzeltebilmek adına bunun gerçekten iyi bir fırsat olduğunu düşünürken, Jungkook, bininci kereye lanet okuyordu. Onu sevmemesinin bir nedeni yoktu. Hareketleri tatlı değildi, espirileri komik hiç değildi ama bütün gün Taehyung ile oturup gülüyorlardı. Ne zamandan beri böyle hissediyordu bilmiyordu ama ne zaman onu Taehyung ya da Hoseok ya da başka biri ile katıla katıla gülerken görse sinirleri tepesine hopluyordu. İnsanların onu tatlı bulması da aynı şekilde. Tatlı değil bile!!
Suyunu içtikten sonra tezgahın üstünde duran garip şişe gözüne ilişti. Eline alıp incelediyince Seokjin'in büyü dükkanından aldığı garip şey olduğunu fark etti. "Ne bu aşk iksiri mi?" kendi söylediğine gülerken kaşları çatık bir şekilde Jungkook girdi mutfağa. Bu davranışlarına üzülse de belli etmemeye çalışarak şişenin kapağını açtı. İçinde çok az olduğunu fark edince bardağa koymadan hepsini içti.
"Bu ne be öğk!" öksürükleri arasında bağırdı. Şişeyi tezgahın üstüne fırlatıp mutfaktan çıktı. Onu bekleyen sıcak yatağı ile tekrar buluşup, camı kıracak kadar sert yağan yağmur eşliğinde tekrar uykuya daldı.
.
.
.
Önce elinde ki yumurtaya sonra ocağa tekrardan baktı. Kafasını hafifçe kaşıyıp ne yapması gerektiğini düşündü. Her sabah Seokjin'in hazırladığı kahvaltıyı yemek kolaydı tabii. Jimin'den yardım isteyebileceği geldi aklına. Sonuç olarak hala aynı gruptalar yardım ederdi herhalde. Yumurtayı yavaşça tezgaha koydu. Jimin'in kaldığı odaya gidip kapıyı çalma gereği duymadan girdi. Yorganın arasında kaybolmuş büyüğün saçlarını gördü. "Jimin hyung" sokaktan geçenlerin bile duyabilceği bir tonda bağırdı. Diğerinden bir ses gelmeyince yorganı tuttuğu gibi çekip yere attı. "Sana diyoru- BU NE LAN!" yatakta yatan küçük bedeni gördüğünde neredeyse dünyanın öbür ucundaki birinin bile duyabileceği kadar bağırdı. Küçük çocuk sıçradı ve doğruldu. Gözünü kaşırken bir yandan da bağıran kişiye baktı. Jungkook o an kaçıp gitmeyi düşündü. Koşarak Busan'a gitmeyi ya da yüzerek Kore'yi terk etmeyi. Her kim bakarsa baksın bu çocuğun Jimin olduğu belliydi. Yüzü hiç değişmemiş ki.
"J-jimin hyung?" çocuk oturduğu yerden karşısındakine baktı. Anlamsız bakan gözleri çizgi şeklini alana kadar kısıldı. Ellerini kaldırıp başının üstünde birleştirdi.
"Jiminnie" cıvıltılı bir sesle bağırdı. Jungkook sol gözünün seğirdiğini hissetti. Bu gerçek olamazdı. Birileri fena halde şakalıyordu onu. "Bana bak, adın ne senin?" yavaşça yatağa oturdu.