Günlerden bir gün Alphan atının koşum takımlarını sıkarken gözü Asya'nın uçsuz ve bucaksız bozkırlarının ardında duran Büyük Tanrı Dağının zirvesine dalmıştı. Sanki içinde bir sıkıntı vardı. Ama nedenini bilmiyordu belki hasta olucakdı, belkide bu bir savaşma isteğiydi kim bilir. Uzunca bir süredir bunu düşünüyordu, birden köpeğinin havlamasıyla irkildi. Kendine gelmesi gerekiyordu çünkü akşam komşu boy ile aralarında bir düğün olucaktı ve Alphan beyinin beğenisini kazanmak için bu düğünde diğer yiğitlerle beraber yeteneklerini sergileyecek, ok atacak, çarpışacakdı. Bunu düşününce karnının aç olduğuaklına geldi, atını otağının yanındaki çitlere bağladı ve otağına girdi. Azığına baktı ama hemen hemen boş gibiydi, 1 parça kuru ekmek ve 3 tas sütten başka hiçbirşey yokdu. Yapıcak birşeyi olmadığı için bunlarla akşamı idare etmesi gerekiyordu. Akşamda düğünde verilen yemekden yiğerek karnını doyuracağını düşündü. Akla gayet mantıklı geliyordu bu düşüncesi ve yemeğe koyuldu. Artık gün ağırmaya başlıyordu, yüce dağların ardından kurt sesleri işitiliyordu yavaş yavaş. Biraz uzandı ve akşam neler yapacağını birdaha düşündü. Otağından çıktığında hazırlıklar bitmiş ve şenliklere geçilmişti. Alphan yerini aldı, sıra artık Alphan'daydı. Beyinin önüne geldi ve dizini yere vurarak selam verdi. Kendini tanıtmaya başladı, Beyinin sorduğu sorulara saygıyla cevaplıyordu ve beklenen an gelmişti artık. Bey Alphan'a rakip olarak Arıkan'ı seçmişti. Arıkan babası Çin'e 9 sefer yapmış, yeşil gözlü, beyaz tenli, güçlü kuvvetli bir erdi ve Alphan'ı zorluyacağa benziyordu. Ardından nihayet vuruşma başladı, izleyenlerin nefesleri kesiliyordu adeta. Biri altta iken birden üste öteki üstte iken birden aşşağıda beliriyordu, vuruşma çok yaman oluyordu ve uzun süre böyle devam etti. Bey artık yorulduklarını anlamıştı, yanındakilere işaret verdi ve güreşi durdurdu. 2 yiğidide yanına çağırdı 2 side soluk soluğa kalmışlardı. Bey bu 2 gence de 4er at, 5er koyun, 6şarda keçi verdi. Alphan artık o eski günlerinden kurtulmuşa benziyordu. Atlarından birini satar, dişi olanıda kendi atı olan Gökyele ile vurdururdu. Geriye kalan küçük başlardan sür alır; yoğurt, ayran, peynir yapardı. Böylelikle artık daha rahat yaşıyacakdı. Alphan bunları düşünürken düğünde tüm hızıyla devam ediyordu. Her notasında adeta bir atın ayak seslerini duyduğumuz dombra, tok sesi ile yüreklerimize güven veren davul ve içimizi nefesiyle titreten temir; adeta göklerde dalgalanan bir sancak gibi uslanmaz ve bir bütün halinde çalıyordu. Herkes bu 2 boyun kardeşliğini kutluyordu, içilen kımızların verdiği mayhoşlukla herkes çadırlarına, otağlarına çekiliyordu artık. Ve nihayet düğün sona ermişti. Bütün herkes uyuyordu. Birden Alphan işittiği nal sesleri ve savaş çığlıklarıyla irkildi yatağından. Kılıcına sarıldı gibi kınından çekti ve otağından fırladı. Etrafına baktığı zaman bir çok Çinli savaşçıyı görmüştü anlaşılan bu bir gece baskınıydı. Alphan zaman kaybetmeden karşısına ilk çıkan Çinli ile vuruşmaya başladı ama bu o değildi. Adeta gelen kılıç darbelerini savuşturmuyor bilerek onlara yöneliyordu, savaşıcak halide yokdu çünkü sabahdan beri biraz kuru ekmekle duruyordu. Vuruşma uzun sürmedi. Biraz sonra Alphan açlığın ve aldığı yaralarında etkisiyle halsiz düşüp bayılmıştı.