Karanlık bir meydanda koşuyorum durmaksızın. Yüreğimde büyük bir acı. Kalbim titrek. Ayaklarım her bir adımı zorla atıyor. Eğer pes edersem öleceğim, biliyorum. Koşmalıyım, kaçmalıyım. Bu karanlıktan kendimi çıkarmalıyım. Ancak her bir adımım geriye saydığım bir adım gibi sanki. Attığım her adımda ileriye gittiğimi sansam da arkamdaki korku bataklığına daha da yaklaşıyorum ve orada beni bekleyen bir şey var. O artık bir insan değil gözümde. Bir şey.
Kaçmaya çalışsam da gitgide daha çok batıyorum o bataklığa. Görüşüm kararıyor. Kalbimi karanlık sarıp sarmalıyor ve korkuyorum. Her nefesimde ciğerlerime çektiğim bir acı bulutu oluyor sanki. Ve artık onun yanındayım.
Kaçmak için tüm çabalarım nafile.
O şey beni yakalıyor. Hayatımın sona ereceği düşüncesi bile onun ellerinde olmak kadar korkutamıyor beni. Korkak gözlerimi onun gözlerine dikiyorum. Aklımdan onca şey geçiyor ancak; kurumuş dudaklarımdan yalnızca bir kelime çıkarabiliyorum.
"Neden?"
Cevap alamıyorum ama aradığım cevabı onun kara gözlerinde görebiliyorum. Gözlerdeki o nefret, o kana susamışlık; benim kanımı donduruyor.
Daha sonra kalbime saplanan bir hançerin acısını hissediyorum. Ardından dışarıya süzülen kanımın sıcaklığını ve gitgide beyaza dönen vücudumun soğukluğunu...Başımdaki şiddetli bir ağrıyla; gözlerimi, hiç açmak istemediğim bir güne açtım. Elimin ayasıyla iki gözüme kısa süreli bir baskı uyguladıktan sonra geniş yatağımda doğruldum. Yine aynı kabusu görmeye başlamıştım.
Kalbimde bir korku hissiyatı oluşmasıyla bir anlık ürperdim. Vücudumun kısa süreli titremesine engel olamamıştım. Yaşadıklarımın şoku beni kaç yıl sonra bile etkileyebiliyordu. Gerçi her şey daha dün gibi aklıma kazılıydı adeta. Unutmamın mümkanatı yoktu.
Oksijeni ciğerlerime çekmeye çalıştım. Ancak her nefes çekişimde daha da boğuluyor gibiydim. Gördüğüm kabusun etkisinin devam ettiğini bildiğim için panik yapmamaya çalıştım. Ama sanki hala gözlerimin önünde o bir çift kara gözü görür gibiydim. Evet, halüsinasyon olduğunun farkındaydım ama o bile beni korkutmaya yetiyordu.
Başımı iki yana salladım. Bu düşüncelerden kendimi uzaklaştırmalıydım. Bunları düşünmek beni yalnızca geçmişe daha da fazla gömmekten başka bir işe yaramıyordu. Kendimi yatağımdan dışarı atarak odamın penceresine geldim ve çiçek desenli perdelerimi iki yana doğru açıp, gün ışığının içeri girmesine izin verdim. Camımda milyonlarca su tanecikleri vardı. Bazıları aşağa doğru süzülürken gözlerim onları takip etti.
Hava yağmurluydu. Griye çalan bulutlar havada boğucu bir etki yaratıyordu. İnsan böylesine kasvetli bir havada nasıl mutlu olmaya çalışabilirdi ki?
Aşağıda ıslanmamak için evinden çıkıp arabasına koşan komşularımı görüyordum. Camdan benim gibi yağmurun yağışını seyreden bazı komşularımı görüyordum. Ve... O evi görüyordum karşımda. Yıllara yüz tutmuş boş evi. Bir zamanlar o şey'in yaşadığı ev. İnsanlıktan çıkmış canavarın yaşadığı in.
Kendimi camdan bir iki adım uzaklaştırdım. Hala tam ayıldığımı söyleyemezdim ama bir fincan kahveye ihtiyacımın olduğunu söyleyebilirdim. Odamdan çıkıp evimin dar merdivenlerinden aşağı inerek mutfağa girdim. Her zamanki çekmeceden Nescafe 3'ü 1 arada çıkarıp hazırladım. Ayıcıklı fincanımı elime alıp salona geçtim ve televizyonun karşısındaki uzun koltuğa kendimi bıraktım. Sol elimle fincanı tutarken, sağ elimde koltuğun diğer minderindeki kumandaya uzandım.
Kahvemden bir yudum alıp kanalları zaplamaya başladım. Çocuk kanalları dışında diğer kanalların hepsinde sabah haberleri vardı. Yani öyle ya da böyle hiç istemediğim kahrolası haberleri izlemek zorundaydım.
Kanallardan birinde durduğumda spikerin ağzından dökülen o ismi duydum.
"... öldürme suçundan 5 yıl hapis cezasına çarptırılan Kale Blake geçtiğimiz günlerde serbest bırakılmıştı. Şimdi ke-"
Vücudum istemsizce titreyiverdi ve tüylerim diken diken oldu. Biliyordum. Kahrolasıca haberler kaç gündür bu konu üzerinde duruyordu. Hemen başka bir haber görme umuduyla kanalı değiştirsem de sonuç faydasızdı. Her şekilde o ismi duymak zorunda kalıyordum. Tek yapabildiğim ise haberler o yüzü göstermeden hemen televizyonu kapatabilmekti.
Öyle de yaptım. Onu beş yıldır görmüyordum. Ama onunla ilgili her şey, yüzündeki her bir kıvrım her bir detay hepsi kusursuzca aklımdaydı. Televizyonlarda onun yüzünü görmemeye çalışmam aslında pek de bir şey değiştirmiyordu bu nedenle. Ama yine de korkuyordum işte.
Sonunda fincanımdaki kahveyi bitirdim ve hemen ardından kapı çaldı. Kapının çalmasıyla bir an irkildim. Daha sonra büyük kahve fincanımı önümde duran sehpaya bıraktım ve kapıya kadar geldim.
"Süpriiiz!" diye bir ses bağırdı kapıyı açtığımda."
Tanrım, bu hava durumuna rağmen nasıl da neşeliydi.
"Jessica," dedim kaşlarımı kaldırarak. Sanki gelişi büyük bir süprizmiş gibi.
"Aman tanrım, hala o çocuksu pijamalarının içinde misin?" dedi kendini evin içine atarak.
Kapıyı kapattıktan sonra başımı eğip pijamama bir göz gezdirdim. Kırmızı ve beyaz renklerin hakim olduğu en sevdiğim Hello Kitty pijamam. Üst kısmı t-shirt, alt tarafı ise uzun bir eşofman.
"Bence çok şirin," dedim yüzüme bir gülümseme de ekleyerek.
"Emily artık 24 yaşındasın. Seksi olmaları gerekiyor, şirin değil. Herneyse akşam çıkıyor muyuz?"
"Jess," dedim büyük bir bıkkınlıkla ve kaplumbağa hızında yürüdüğüm koltuğa kendimi bıraktım. "Hiç havamda değilim."
"Harika! Öyleyse bu parti tam da senin havanı değiştirecek olan şey." Hemen gelip karşımdaki koltuğa oturdu.
"Parti mi? Hayır, kesinlikle olmaz. Teşekkürler ama ben gelmiyorum." Yüzümü başka tarafa çevirdim.
"Hadi amaaa. Hem kimin tarafından düzenlendiğini bilmiyorsun bile!"
Bu cümle soru sormama yetecek kadar meraklandırmıştı beni. Kim, diye sorarmış gibi bir süre Jessica'nın yüzüne baktım. Jessica sabırsızlanarak hemen cevap verdi:
"Regina Lyons!"
"İmkansız!" diyebildim. İtiraf etmeliyim ki buna şaşırmıştım.
Regina Lyons, üniversitemizdeki en popüler kızlardan biriydi. Belki biraz kaprisli biriydi ama yine de muhabbetimiz vardı. Düzenlediği partiler efsane olurdu ve üniversitenin yarısı mutlaka gelirdi. Üç yıldır kişisel sebeplerinden ötürü parti vermiyor olması herkesi üzmüştü. Anlaşılan şimdi eski günlere geri dönüş yapıyordu.
"Ama hala cevabım aynı."
"Hadi ama. Son zamanlarda sosyal hayattan çok koptun. Biraz eğlenmeye senin de hakkın var."
"Beş yıldır partilere gitmiyorum Jess. Giyecek bir şeyim bile yok," dedim. Aslında gerçekten olmamasına seviniyordum. Çünkü partiye gitmemek için bir mazeretim oluyordu.
"Bunu düşünmüş olabilirim," dedi Jessica heyecanla. Cümlenin devamında neyin geleceği hakkında endişelerim vardı. "Arabamda senin için çok güzel bir elbise getirdim bile."
"Hayır, bunu yapmış olamazsın!"
"Üzgünüm tatlım ama mazeret istemiyorum. Giysiyi sana bırakıyorum ve akşam seni almaya geliyorum."
Jessica oturduğu koltuktan fırlayarak kapıya doğru ilerledi.
"Hadi ama Jess yapma!"
"O giysinin üzerine buğulu bir makyaj daha güzel gider. Akşama görüşürüüüz."
"Ama Jess-"
Anlaşılan o partiye gidiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Acımasız
RomansAşk cellattır. Ya sen sevdiğini aşk uğruna götürürsün ipe, ya da sevildiğin tarafından asılırsın. Kime aşık olacağına dikkat et, ya da kimin sana aşık olduğuna...