Anlamamız gereken tek şey benliğin ne olduğudur. Daha önce de belirtildiği gibi benlik bize öğretilmiş ve toplum tarafından sunulmuştur. Değişken ve göreceli bir yapısı vardır. Başkalarının varlığı sayesinde bizler de kendi varlığımızı tanımlar ve oluştururuz. Benlik bu anlamda tamamıyla dışa dönüktür ve dışarıdakileri içselleştirme peşindedir. Kendi ismiyle seslenildiğinde bebeğin özel tepkiler vermeye başlamasıyla artık benlik kurulumu oluşmaya başlar.
BİOENERJİ VE BENLİK
Dışarıdakiler sayesinde kendi varlığını sürdürebilir ve onlara bağımlıdır. Onların değer sistemleri ve telkinleriyle var olma yoluna girmiş basit bir yapıdır aslında. Ne kadar kıymetli olduğu ona söylenirse bundan zevk alır, değersiz olduğu belirtilirse var oluşu tehdit edilmiş olduğundan sinirlenir.
Bu edinilmiş olan benlik toplumun ve hayatın ona yansıttığı, içsel süreçleriyle onun da eşlik ettiği bir benliktir. Kendisi bu sürece birebir eşlik etmiş ve gelişmesine katkıda bulunmuştur. Ancak bu katkı öğretilenlerinden değerlendirilmesinden öteye gidemez. Kendisine zorunlu olarak sunulan değer sistemlerinin kabulünden başka bir şey değildir.
Sosyal bir birey olarak var olmanın en temel yapısıdır. Toplumun kuralları ve sizin uyumunuz arasındaki bağ ve hissediştir benlik. Ama bu benlik yapısı asla sizi ifade etmez. Evde aileler, okullarda öğretmenler veya dışarıda arkadaşlarımız sürekli katkıda bulunurlar beliğimize. Sürekli nasıl olunması gerektiğini dikte ederler. Benlik takasları; bazen insanların kendilerini pazarladığı ve sürekli anlattığı sıkıcı bir öğe olmaktan da çıkarak uyum için karşı tarafı zorlayacak bir durum haline bile gelebilir.
Her kültürün ve değerin değişken olabilmesi nedeniyle bu anlamda evrensel bir benlik yapısından söz edebilmek mümkün değildir. Sosyal norm ve hayat tarzlarındaki değişiklikler elbette benliklerimize ve daha doğrusu gerçeklerimize yansıyacaktır. Bizim için son derece ciddi olan gerçek olan benlik yapımız ise bir başkası için ciddiye alınmayacak kadar değersiz bilgi yığını olarak algılanabilir. Gerçek zannettiğimiz benliğimiz ciddi düşünüldüğünde sürekli sarsılacak ve gerçekliğini yavaş yavaş yitirecektir. Öğretilmiş olan tüm yapı ve fikirler benliğimizin bir parçasıdır.
Toplumun bir öğesi olarak edindiğim benlik yapısı sadece toplumu yansıtmakla kalacak bana dair pek fazla bilgi veremeyecektir. Bizler ise öğrenilenler her ne ise onlara daha sıkı sarılmak ve değişik mazeretler üretmek zorunda kalacağızdır. Hatta toplum içerisinde daha değerli olarak nitelendirilen yerlere ulaşabilmek için yıllarca çaba sarf edecek, toplum için kıymetli bireyler olmaya çalışacağızdır.
Toplumun diğer toplumlarla farklılıklarının yanı sıra kendi içerisinde de zamana göre kurallarını değiştirebilmesi toplumsal benliğimizin gerçek benliğimizi ifade etmediğinin bir kez daha ispatıdır. Normal zamanda insan öldürmek suçtur, ama savaştayken bu gereklidir. Veya gücü elinde tutan bir liderin yaptığı katliamlar, değişik kılıflarla o dönem için normalleştirilebilir.
Bu kadar değişken ve uymamız gereken kurallar yerine Allah-ın kurallarına uymak ise insanlara zor gelmektedir. Bu kadar kuralı bile sadece kendi varlığının devamı adına ısrarla kullanan benlik sistemi kendisinden başka bir gücün varlığını kabul etmemekte, kurallara uymamaktadır. Öğretilenler ve beş duyusu ile bedeni içerisinde bir krallık kurmuş ve bu krallığın doğal kralı olmuştur.
Bu anlatımlar, edinilmiş ve sosyal bir benliğe ihtiyacımız olmadığından değildir. Sadece durumumuzu tespit edebilmek içindir. Elbette her kültür içerisinde kurallar olacaktır, medeniyetler bu kurallarla gelişecektir. Tam tersi olan kaos ortamında bir medeniyetin oluşması ve ilerlemesi mümkün değildir. Ancak toplumsal benlikler, tam olarak gerçek benliğimizi ifade etmez. Ben neyim, nerden geldim ve nereye gidiyorum sorularını cevaplamaz. Tam tersine, onlara başka cevaplar ve hedefler sunarak peşinden koşmasını sağlar. Bu sayede büyük bir kandırmaca oyunu başlar.
Benlik, sürekli beslenmeye ihtiyaç duyan bir canavar gibidir ve beslenmek için sürekli olarak sizi sürükler. Örneğin bir arkadaş toplantısına gittiniz ve kimse sizinle konuşmadı veya konuşmak için bir ortam oluşmadı. Size kötü konuşulmadığı veya kötü davranılmadığı halde kendinizi kötü hissetmeye başlarsınız. Çünkü, o ortamda varoluşumuzu gerçekleştiremediğimizden veya hissedemediğimizden canavar beslenememiştir. Ancak bu kötü hissediş bile varolmanın, benliğin bir uzantısı şeklinde ortaya çıkar. Varolmayan bir benliğin üzüntüsü olmayacağından bu kez de varoluşunu bu üzüntüyle beslemeye çalışır.
Her davranışa ve her düşünceye bu benlik yapısı öyle işlemiştir ki onu bulabilmek için uyanık olmak zorundayızdır. Aslında son derece ilkel bir varlık sistemine sahip bu benlik yapısı her seferinde bizi yine alt etmektedir. Benlik yapısının varlığını devam ettirebilmesi için sorunlara, bilgilere, zamana ve açıklamalara ihtiyacı vardır. Benlik yapısı varolabilmek adına sürekli olarak insanları bu kavramlara ait değişik sürüm ve açıklamalarıyla oyalamaktadır.
Canavar sürekli acıkmakta ve ne şekilde olursa olsun kendisini destekleyecek varoluşlara ihtiyaç duymaktadır. Başkalarının varlığı ve başkalarının kendi içerisindeki anlamlardaki değişikliklerle varolacaktır. Sürekli olarak yeni ihtiyaçları olacak ve onları doyurmaya çalışacaktır.
Başkalarıyla varolmaya çalışan benlik sistemi aslında sadece bir köle olmaktan öteye gidemez. Başkalarının övgüsüne, ilgisine ve değerlerine muhtaç bir köledir bu.
Tüm evrenin bir bütünlük içerisinde hareket ettiği gerçeğine zıt olarak bizler kendi benliğimizle evren arasında duvar örer gibiyizdir. Kendi değerlerimize ve bedenimize; kendimizi hapsetmekte ve edinilmiş sahte bir benliğin varlığı ile avunmaktayız. Zıtlıklar içerisinde hayatımızı sürdürmekte ben ve diğerleri şeklinde yorumlar yapmaktayız. Bu konuda tasavvuf, benliği; nefs olarak açıklar ve nefsi bu yönüyle hayvani sıfatlara benzetir. Yunus EMRE bir dizesinde;sanırdım kendim ayrıyım, dost ayrıdır ben gayrıyım, beni bu hayale salan, bu sıfat-ı hayvan imiş demektedir. Hatta başka bir dizesinde beni haktan ayrı koyan, bu sıfatı hayvan imiş şeklinde aynı konuyu belirtir. İnsanoğlu ise gerçeği ve hakikati arama konusunda her zamanki ya tembel ya da mutlaka meşguldür.
Ancak içten içe hissettiğimiz eksiklik duygusu sürekli olarak bizi rahatsız eder durur. Bir yerlerde bir sorun vardır, adını koyamadığımız. Ancak toplum veya artık edinilmiş olan benlik yapısı başka uğraşlarla bu açığı kapatmaya çalışır.
Çünkü aramak çaba ister. Ördüğümüz duvarın arkasında ne olduğunu bilemeyiz, tehlikeli midir acaba? Ne olduğunu bilemediğim her şeyin anlamı olamayacağından anlamak için büyük çabalar gerektirecektir. Duvarın arkasındaki hiçliği anlamlandırmak kolay bir süreç değildir.
Bir örnekle anlatılmak istenilirse, sanırım en güzel izah şekli şöyle olur. Bir çocuğun önüne bir misket ve bir elmas koyduğumuzda çocuk kendisi için misketi seçecektir. Çünkü elması tanımaz, köşeli olması sebebiyle belki oynayamayacağını düşünür. Halbuki o elmas dünyadaki tüm misketleri ve daha birçok şeyi alabilir. Ancak çocuk da herkes gibi tanıdığını seçer ve ister. Veyahut bir çocuk çok değersiz bir şeyi alarak oynamaya başlar. Eğer elinden alırsanız ağlamaya başlayacaktır. Büyükler için çok değersiz olan bu şey o çocuk için kıymetlidir.
Bizler içinde durum böyledir. Tanıdığımız bir benlik yapısından tanımadığımız bir yolculuğa çıkmak korkutucu gelebilir; çocukların yaptığı gibi uyduruk bir misket veya oyuncak uğruna çok değerli şeylerden vazgeçiyor olabiliriz. Başka yalan ve kandırmacalarla kendimizi avutmak yoluna giderek oyalanmayı da seçebiliriz.