0.1

179 15 5
                                    

"Hey bayım! Bir günlük, çantasından. Diğer eşyaları çok hasar görmüş. Belki istersiniz..?" dedi kadın elindeki günlüğü Liam'a uzatırken. Eline aldı ve günlüğün kapağını inceledi Liam. Diğer eşyaları hasar görmüştü ancak günlüğüne hiçbir şey olmamıştı. Oradan kurtulamadığı bir gerçekti ama en azından eşyaları onunla kalacaktı. "Teşekkür ederim." dedi ve oradan uzaklaştı, biraz kafasını dinlemesi gerekiyordu, iyi değildi. Hemde hiç...

Eve gidip dinlenmeli ve olanları en ince ayrıntısına kadar düşünmeliydi. Şu sıralar her şey üst üste geliyordu. Peki ya Zach'in ölümü en ağırı mıydı? Kafası durmuş gibiydi resmen. Ağlayamıyordu, bağırıp çağıramıyordu, kırıp dökemiyordu... Hiçbir şey yapmaya güç bulamıyordu. Olanlar çok saçma geliyordu. Kaybetmekten en çok korktuğu insanı kaybetmişti. Gerçekten iyi miydi? Bilmiyordu.

Uzakta Liam'ı eve götürmek için bekleyen Harry'i hatırlayıp gitmeye karar verdi. Arkasını döndü ve ayaklarına bakarak yürümeye başladı. Düşünceleri alt üst olmuştu ve sanki beyninin mutluluk tarafı ölmüş gibiydi. Buna rağmen kendini yırtıp, bağırıp çağıramıyordu. Bunu yapması gerekiyordu. Biliyordu. Rahatlaması için bunu yapması gerekiyordu. Şu sıralar gerçekten o kadar dolmuştu ki...

Harry konuşmak istemediğini anlamış olacak ki tek kelime etmeden binmesi için arabanın kapısını ona açtı. Liam ise teşekkür etmeden bindi. Yürürken bile zorlanıyorken ondan başka bir şey beklemesi salaklık olurdu. Kendini kötü hissediyordu. Onun öldüğünü kabullenmek istemiyordu. Hayatının her gününü ve gecesini beraber geçirdiği insanın ölmesini kabullenmemesi normal değil miydi? Sadece 2 veya 3 aylığına çıktıkları konser turunda bile deli gibi özlediği insanın yüzünü görmeyi bırakın, sonsuza dek sesini bile duymayacaktı. Ve bu canını gerçekten acıtıyordu. Yaşadığı acı tarif edilemezdi.

Kafası fazla karışıktı. Düşünceler birbirine karışıyordu ve o çaresizdi. Yalnız ve çaresizdi. 'Ben ağlardım.' diyenler var içinizde. Ama öyle olmuyor. Boşluktayken ağlayamıyor insan. Büyük bir çukur var ve Liam o çukurun içinde. Birinin elinden tutup onu çıkartmasını bekliyor ama kimse ona yardım etmiyor. Yalnız, kimsesi yok ve çaresiz...

Tüm varlığını harcadığı, üstelik deli gibi sevdiği adamı kaybetmişti. Sahi, Liam o olmadan ne yapacaktı?

İstemsizce ağlamaya başladığını Harry arabayı aniden durdurduğunda fark etti. "Dostum, böyle yapmamalısın, Z seni böyle görmek istemezdi." dedi Harry, Liam kendisinin ağladığını bağıran gözlerine baktığında. Bir şey söylemedi, belki de söyleyemedi Liam. Bilmiyordu. Sadece bakıyordu. Harry'e bakıyordu. Ne yapması gerektiğini sorarcasına...

Harry yavaşça önünde dönüp arabayı tekrar hareket ettirdiğinde Liam da önüne döndü. Yolda lastik izleri vardı. Zach'e ait her şey orada duruyordu. Onlara ait her şey ise Liam'ın beyninde yankılanıyordu. Onu kaybetmek, isteyeceği en son şeydi fakat kaybetmişti. Yoktu artık ve Liam onsuzdu.

Harry Liam'ı eve getirdiğinde yavaşça arabadan inip evet eve doğru adımladı Liam. Evde durmayacaktı, sadece birkaç eşyasını alıp gidecekti. Onunla ilgili her şeyden uzak olmalıydı. Aklından bir an olsun çıkmalıydı ve Liam boş boş bakmamalıydı. Elbette o Liam için çok önemliydi ama en az onun kadar önemli olan hayranları vardı onlar Liam'ı böyle görmek istemezdi. Onlar Zach Johnson'ı da ölü görmek istemezlerdi. Zach'i seviyorlardı.

Odasına çıkıp büyük bir valiz aldı ve aldığı kadar çok kıyafetini içine koydu. Annesi ve Ruth ile olan fotoğrafını ve günlüğünü de. Hergün yazardı fakat bugün yazmayacaktı. Yazacak bir şeyi yoktu çünkü. Ne yazabilirdi? Onun öldüğünü mü? Tek yaptığı düşünüyor gibi görünüp düşünmemekti. Belki de bu konuda düşünmeyi de bırakmalıydı. Düşünüyor muydu yoksa düşünmüyor muydu? Hiçbir şeyden haberi yoktu. Dünyadan soyutlanmıştı. Tek hissettiği acıydı. Ruhunda daha baskın olan ama en az ruhu kadar bedenini de yakıp kül eden o acı...

Icy Brown | ziamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin