Elleri cebinde ilerliyordu dün gecenin yağmurunu taşıyan ıslak asfaltın üzerinde, yanındaki genç kızla. Aralarında garip bir soğukluk vardı. Utançtı belki de, geceleyin yaşadıkları o yakınlaşmanın ardından birbirlerinden çekiniyorlardı. Yaşlı bir adam gördü Arel ve durup adama baktı. Yaşlı adamın elinde kırışık, kalın parmaklı ellerinin arasında küçük kalan bir cep kitabı vardı. Bir yandan ağlıyor, bir yandan burnunu çekiyor, bir yandan da kitabı doğru düzgün tutmaya çalışıyordu. Elleri titredi adamın ve daha fazla okuyamayacağını düşündü ki, kitabı kahverengi montunun iç cebine tıkıştırdı. "Kim bilir ne acısı var" diye düşündü Arel. Kimler ne acılar içinde. Doğup büyüdüğü bu mahalledeki insanların yüzleri ona çok yabancı geliyordu, buralara yeni gelmiş hissi yaratıyordu içinde. Öyle sayılırdı da, dışarı yeni çıkmıştı. Evinin önünden ayrılmazdı çıksa da, fakat şimdi yanındaki genç kızla cesur adımlar atabiliyordu bu insan dolu sokaklarda. Korkmuyordu. Korktuğunda kızın eline elini kenetliyor, sımsıkı kavrıyordu ve elinden vücuduna doğru cesaret veren bir elektrik yayılıyor, kendine geliyordu. Mutluydu, emin değildi ama eskisinden daha iyi hissediyordu. Daha iyisi, kızı kaybetmekten korkmuyordu. Umursamadığından değil.
Güveniyordu.
İlerledi, ilerlemeye devam etti. Saatler olmuştu belki de, ne bir telefonu ne de saati vardı. Zamandan habersizdi. Havanın ağarmaya başlaması, güneşin gökyüzüne küserek yuvasına pusması akşamı haber verse de adam bunun farkında değildi. Kız sesini çıkarmıyordu hiç. Sadece cesaret vermek için, korktuğunda ona sarılmak ya da elini daha sıkı kavramak için yanındaydı adamın. Okumayı bilmeden şiir ezberlemeye çalışan küçük bir çocuk gibi; bu yolları, bu sokakları, bu şehri tek başına ezberlemesi gerekiyordu, yalnız başına öğrenmesi gerekiyordu. Çünkü hayatında güvenmesi gereken tek kişi kendisi olmalıydı genç adamın. Ne Aslı, ne babası, ne Tanrı. Sadece kendisine güvenmeliydi. Mutluluğun formulü buydu.
Bir genç gördü. Kendisinden yaşça küçük olmalıydı; çok değil. 1-2 yaş. Alnına düşen kahverengi saçları terden tutam tutam birbirine yapışmıştı, oysa hava terleyecek kadar sıcak değildi. Elinde lüks bir telefon, kulağına tutmuş, konuştuğu kişiye ağlıyordu.
"Lütfen." Diye yalvarıyordu. "Gidersen biterim." Karşıdaki ne dediyse kim bilir, oğlan sanki sokakta sadece kendisi varmış gibi yere, dizlerinin üzerine çöküp titreyerek ağlamaya başladı. Arel düşündü.Ne acısı vardı kim bilir. Neler yaşıyordu.
Herkes acı içindeydi sanki. Dünyanın sonu gelmiş gibi.
Arel oğlana yardım etmek istedi ama henüz o kadar aşmamıştı kendini. Aslı'dan başkasıyla konuşamıyordu. Yaşlı sonbahar ağacının altındaki sarı yaprakların üzerinde tir tir titreyerek ağlıyordu çocuk. Telefonunu kıracak gibi avucunda sıkıyor, dudaklarını ısırıyordu.
Arel saatlerdir Aslı ile konuşmadıklarını fark etti. Kıza baktı. O da ağlayan zavallı çocuğa bakıyordu. O da aynı şeyi düşünüyordu. İki bedeni tek bir kalp yönetiyordu sanki; kalpleri beraber atıyordu, nabızları birbirine eşlik ediyordu, ikisinin de kalbinin ortasında bir sızı, boğazında bir düğüm vardı; bıçağın ucuna iç içe saplanmış iki kalp gibi.
"Yazık." Dedi Arel oğlanı kast ederek. Acıma değildi bu, sadece üzülmüştü çocuğa. Belki de fazla duygusaldı çocuk, basit bir şeye ağlıyordu. Belki de sadece terslemişti karşısındaki kişi onu. Ailesini kaybetmiş de olabilirdi, yanında telefonun karşısında yalvardığı kişiden başka kimse yoktu. İhtimal çoktu, çok ihtimal vardı. Ama tek bir acı vardı.
Tek bir acı nasıl bu kadar gözyaşı sığdırabiliyordu çocuğun ıssız gözlerine? Küçük bir yağmur bulutunun fırtına çıkarması gibi. Küçük bir yaranın adamı kan kaybından öldürmesi gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KİMSELER
RomanceHenüz dokuz yaşında annesini travmatik bir şekilde kaybeden Arel Aryan'ın hayatı o gün sarsılmıştı. O olaydan sonra annesi herkesten, her şeyden uzaklaşıp bilinmezliğe gitmişti. Adam enkazın altında kalmış, kurtarılmayı bekliyordu. İnsanlarla konuşa...