KALAN HATIRALARA SARILMAK

451 21 2
                                    

Babam, o kadar yüksekten düşmüştü. Ayağı incinmişti, dedemler ve orda bulunan akrabalar yardımı ile çıkarmışlar. Canım babamı iyi oldu tabi buna mecburdu, çünkü çalışması gerekiyordu. Dinlenmek onlar için tanımlanamayan bir cisim gibi yabancıydı. Annemin iki katı çalışması ve desteği sayesinde babacım iyileşmiş. Annem bana bunları anlatırken derin derin içini çekerdi. Gözleri dolup taşardı ama hemen kendini toparlar ve sanki bir komutan gibi gözyaşlarına emir verirdi. Hop, hop akmak yok, ağlamak yasak der gibi bir ifade içerisinde sonra devam ederdi, tatlı tatlı anlatmaya.

O zamanlar ne ayakkabısı lastik ayakkabılar en pahalısı, lüks çok kaliteli bir firmanın ürünü sanki, lastikler yeni gelin gibi süzüle süzüle pazar yerinden bozma tarla gibi garip yerde, bir bezin üstüne polaris, cat gibi atılı verirlermiş. Kendilerini sattırmaya ihtiyaç yok ki, zaten tek kalem onun verdiği rahatlıkla bitermiş hemen, müşteri çokmuş.

Çoğu, zaman dağ, ova, yayla hep çıplak ayak çalışırlarmış. Ayaklarına diken batsa ne yazar, nasırların hakim olduğu bir tabana kirpi batsa, acıdan ordan kaçarmış. Ya birde tırnaklar, hiç göremedikleri ara ara çıkıp kendini gösteren ne olduğu belli olmayan, beyaz kalınımsı bir tabaka,

Babam:Necla, kızım tırnaklarımı kesermisin?

Necla:Tabi, babam keserim dur tırnak makasını alıp geleyim.

Babam:Yok, yavrum cebimde ordan al.

Şaşırdığım yanıma kar kalırdı, bana söylenen cepten çıkan babamın, yıllardır sakladığı çakısı ama ne çakı, bununla rahat bir horozu kurbanlık kesebilirsiniz. Eyelenmiş, çakı jilet gibi ama defalarca fırlayıp, geriye gönderilmiş, füze gibi sapasağlam bu göktaşı gibi tırnağa, nasıl bir kalınlık. Katmer, tırnak dedikleri bu olsa gerek. Saatlerce, uğraşın ardından, yalnızca baş parmağı ancak, geçebilirdim.

Annemin tarla maceraları hiç bitmezdi. Nerde bir yılan, orda annem kurbağa bekçisi, mübarek.

Kızım, derdi her yer yılan kaynıyor. Her kaldırdığım taşın altında, yakalamış kurbağayı bacağından, kafasından görür görmez basardım kafasına, süpermen edasıyla şişinir, sanki pelerinin altına binlerce kurbağayı koruma, altına almışcasına övünürdü. Hayvan hakları korumacısı edasıyla salınırdı. Ama beni gören yılanlar,öyle bir daire içerisine yuvarlanıp saklanıp kaçarlardı derdi.

Babam canım, düğünlerde saz, zurna gibi çalgılar çalıp söylerler düğünlerin tozunu attırırlarmış arkadaşlarıyla.

Annem nerde babanı, görmek gece yarısından önce gelemezdi. Arkadaşları ile birlikte çok sabahladıkları kahvelerden sırtına vurup eve getirdiğini anlatırken, bir an yutkunurdu sinirden çakmak çakmak olmuş gözleri dokunsan alev topu atacak sanki. Kaç kez onu dışarıda avlunun toprak zemininde yatırdım, der öfkeli yüzünde oluşan sinsi gülümsemeyi anlayamazdım.

Şimdi düşünüyorum, da bu sanatçı ruhu nerden diye babamdan, kaynaklanıyor olmalı. İçimdeki bu aşkı ancak öldüğümde bitirecek Rabbim. Yazmak, söylemek, bestelemek, beste yapmak yazmaktan sonraki aşkım.

Annem, anlatırdı anneannemle dağdan, köydeki eve gelebilmek zor.
Kilometrelerce yolları ana kız beraber ormanın içinden salına salına giderlermiş. Zeynep ninem zorlu güçlü bir hanım ağaymış. Herkes saygı duyar ve ondan korkarlarmış. Annem ben küçüktüm yine evin yolunu tuttuk gidiyoruz iki adam önümüze çıktı muhtarın adamları imiş.

Anneannemi, ikinci hanımı istetmiş ama bu anneannemin gururuna o kadar dokunmuşki, o zamanlar çok eşlilik daha yaygınmış. Fakat bu ailesine düşkün ve aşırı gururlu bu kadın için asla geçerli olmazmış. Annem diyorki o ormanın içinden, nasıl geçtik, düzlüğü bulup patikalı, yolu iki saatten önce yürümek

imkansız yarım saatte, yürüyüp geldik. Koşa koşa, meydanda bulunan muhtarın derme çatma, ofisten bozma kapısına dayandı bir bağırışı vardiki, diyor.
Zeynep ninem :Muhtar, çık dışarı çık.!
Nefesini nasılda hızlı, hızlı alıp veriyormuş. Tıpkı bir matador edasıyla, sanki kırmızı pelerini, bir o yana bir bu yana sallıyormuş. Muhtar cevat amca korkudan ne yapacağını bilmez bilmez bir halde

Cevat amca:zeyno bacım ne olur bağışla, tövbe, vallahi tövbe diyor.

Ama ninem bu bakarmı hiç gözyaşına hiç.

Annem:
mübarek yahu süperanneanne, korkudan dilim tutuldu. Bir tek anne diye, sesim çıktımı, hatırlamıyorum bile donup kaldım. Ninem, bir dalmış, pir dalmış içerden korkudan sesi çıkmayan, muhtarın, birde baktım meydanın ortasında , o kocaman göbeği yıkarı şişmiş bir balık edasıyla, fırlamış yüzüyor. Ona küçük gelen yün donu çıkıvermiş gün ışığına, kalabalık saniyeler içinde orda, şaşkın bakışlar arasında, kahkahalar havada kavga ediyor sanki benim sesim daha çok çıkıyor der gibi.

Ninem kapıdan, bir çıkmışki annem gözyaşları ile sulanan suratı ve salyaları ile nineme bir sarılmış. Sıkıca bırakmadan, çekerek götürmek istedim diyor. Ninem ise kalabalığı yara, yara gururlu ibibikli bir horoz gibi insanların, içinden geçerek evin yolunu tutmuşlar.

Annem derki kızım yine daldık ormana, her yer gürgen, çam, kavak vs.. Ağaçların sıklığından, biran annemin elini, bırakmaya bırak korkmayı adeta elinin tüm kemiklerini, sayacak kadar sıkardım. Başlardı türküye,

Zeynep ninem :çiçekler meftunu bir bülbülem ki,
Gözlerim bahçenin gülüne düşmüş.
Kahrını çektiğim gülün sureti
Hayalimin sakin gönlüne düşmüş.

Sesi o kadar gürmüşki, tüm orman inlermiş. Orda çalışan, ormancılar ellerindeki işi bırakıp, en ufak bir seste hızla kaçan, sincaplar gibi kulak dikerlermiş. Ama önlerine, çıkmaya cesaret bir etseler, ya ablam, bu ses böyle muhteşem ötesi diyecekler. Yok olmaz, ormanın ağaçları ile bir olup dinlemekle yetinirlermiş.

Ben bunların, her birini hafızamda kitap olarak, çoktan yazdım. Sizlerin takdiri çok ama çok önemli, lütfen yorum yazın, eleştirin, canınız isterse oylayın ben yazmaya ailemle, başladım bir çok hikayem var hazinem de, ama aile bu hazinenin paha biçilemez elması olduğu için, eğer okursanız seve seve devam etmek isterim.

Kaşıkla kavgalarımız, acı çördükler ve ninemin kepçe isabetleri ile dolu bölümde buluşmak dileğiyle

Okuyarak, sevgiyle kalın.

HAYAT KİMİ SEÇER Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin