Takvimler pazarı gösterirken, saat 8:55'i işaret ediyordu. Yatağından doğrulup pencerenin kenarında duran sandalyeye oturdu. Perdeyi aralayıp dışarıyı izlemeye başladı. İstanbul'un iç içe geçmiş, iğrenç şehirleşmesine açılan pencerelerden biriydi onunki de. Neredeyse üst üste park etmiş arabalara ve kaldırımın işgal edilmeyen kısmından yürümeye çalışan insanlara baktı uzunca bir süre. Aslında ne düşüneceğini bile bilmiyordu. Hangi kapıyı açsa toz duman olacaktı. O yüzden bomboş bakan gözlerle dışarıyı seyretmeyi tercih etti. Pencereden bakarken göz göze geldiği insanların onun hasta olduğunu düşündüğüne emindi. Çünkü ziyadesiyle akşamdan kalmaydı, şişmiş iki adet göze ve yıllardır su değmiyormuş gibi görünen saçlara sahipti. Bir ara kalkıp çay koymaya yeltendi fakat evde çayın olmadığı aklına geldi. Pencereden izlediği filmin en sonuna yerleşmiş olan mahalle bakkalına kadar yürüyemeyeceğinin farkına varıp çaydan da vazgeçti.
Bir saat kadar süren sessizlik kapı zili ile bozuldu. Yavaşça kalkıp kapıyı açtı karşısında iyi giyimli bir adam vardı. Göz göze geldiler. Ne adam ne o konuşmadı. Ayakkabılarını giyip kapıyı çekti. Adamın gösterdiği arabaya bindi. Aslında arabanın içinde koltuktan başka hiçbir aksam yoktu. Ne direksiyon ne göstergeler. Adama dönüp: "Bari emniyet kemeri koysaydınız." Dedi. Adam ise sadece gülümsedi. Arabanın içinde oluşan sessizliği yine o bozdu ve kendinden emin olmayan bir sesle, hazırım diyebildi. O esnada asfalt yol büyük bir gürültü ile önce ikiye sonra parçalara ayrıldı. Araba büyük bir gürültü ile o parçaların arasından düşmeye başladı. Yere sert bir şekilde çarpıp durduğunda henüz kendine gelememiş ve alnından akan kırmızı sıvıya anlam verememişti. Elini alnına götürüp kımızı sıvıdan bir parça örnek alıp yanında ki adama sitem edercesine gösterdi. Adam o sinir bozucu gülümsemesini tekrar gün yüzüne çıkarıp; "Bu o kadar hazır olmadığını gösterir. Fakat artık geri dönüş yok, merak etme bu yara seni öldürmez" dedi ve ekledi: "Benden buraya kadar yolun geri kalanını yalnız devam edeceksin, şu gördüğün siyah duvarın arkasına gideceksin, ihtiyacın olduğu an ben senin yanında olacağım." Parmağındaki kanı çoktan unutmuş bir şekilde, endişe dolu gözlerle adama dönüp; "sana ihtiyacım olduğunu nasıl anlayacaksın?" Adam sanki soruyu duymamış gibi arabadan inip yürümeye başladı. Simsiyah bir bulutun içinde kayboldu.Adamın söylediği siyah duvarı geçer geçmez, isminin kocaman puntolarla yazıldığı ışıklı tabelayı gördü. Tabelanın bazı ışıkları tamamen sönmüş bazıları ise sönmemeye direniyordu. Tabelanın altında duran kapının bir kanadı rengârenk bir kanadı ise simsiyahtı. Ellerini ayrı ayrı kanatlara koyup kapıyı ittirdi. Kapı açılır açılmaz sesler doldu kulağına oysa o ellerine bakıyordu. Sol eli simsiyah sağ eli ise rengârenk olmuştu ellerini ovuşturmayı denese de olmadı. Bir güç ellerini kavuşturmayı engelliyordu. Ellerinden vazgeçip açmış olduğu kapının ardında bulunan; Arnavut kaldırımlı yoldan yavaş yavaş yürümeye başladı. Sağlı sollu meyhanelerden buram buram rakı kokusu ve müzik sesleri geliyordu. Önce birine girmeyi düşündü ama turun geri kalanını merak ettiği için merakına yenilip vazgeçti. Sokağın girişi o kadar neşeliydi ki her şey muazzam bir eğlenceye ayarlanmış gibiydi. Arnavut kaldırımlı yol biter bitmez son derece çamurlu iğrenç bir yola girdi. Sanki balçığın ve katranın içinde yürüyordu. Kafasını kaldırıp tabelalara baktı. Etrafta sadece okullar vardı. Okullara biraz daha yaklaşınca sadece en önde bulunan okulların gerçek binadan oluştuğunu fark etti. Diğerleri kartondan yapılmış ve zamanla yıpranmıştı. Bu görüntü canını sıkmıştı, çamur deryasından bir an önce kurtulmak istese de çamur onu yavaşlatıyor yürümesini bile engelliyordu. Kararan hava, başlayan yağmur moralini daha da bozmuş az önceki sokaktan eser kalmamıştı. Sağa sola bakınıp yardım isteyecek birini aradı. Sokağın köşesinde duran mavi yağmurluklu adama sadece "Hey!" diyebildi. Adam arkasını döndüğünde her tarafı çamur ve kan lekesi olan adamın aslında kendi olduğunu anladı ve şu an ona yardım edebilecek durumda değildi. Zaten öyle bir niyeti varmış gibi gözükmüyor öfke dolu gözlerle kendisine bakıyordu. Oradan kendi çabası ile uzaklaşmalıydı. Tekrar Arnavut kaldırımlı sokağa dönmeliydi. Kafasını kaldırıp o sokağın ışıklarına baktı oraya doğru zorla birkaç adım attı yağmur şiddetini artırmıştı. Kendi ayak seslerinin haricinde başka bir ayak sesi duyunca arkasına baktı az önce gördüğü mavi yağmurluklu kendi, üzerine doğru koşmaya çalışıyordu ve elinde dolma kalemi andıran bir mızrak vardı. Korkudan panikleyip düşmesi görüşünü azaltsa dahi bir şekilde mavi yağmurluklu ona ulaşmadan kendini Arnavut kaldırımlarına attı. Atar atmaz ise yardım çığlıkları atarak koşmaya başladı fakat kimse oralı olmadı. En sonunda bir adam elini havaya kaldırıp onu durdurdu. Önce gülümseyip sonra bir duble rakı uzattı. Bu ikrama ne kadar şaşırsa da karşı koyamadı. Etrafına baktığında o sokaktaki herkes ona gülümsüyor ve şarkılar söylüyordu. Diline taktığı ritmik bir şarkı ile yoluna devam ederek sokağın başından başka bir yöne saptı. Biraz ilerlediğinde kırmızı, siyah ve mavi ağaçların olduğu ormana girdiğini fark etti. Elinde ki kadehi yerine bırakıp ilk defa gördüğünü bu ilginç ağaçlara dokunmaya başlamıştı ki, birden bir el silah sesi duydu. Panikle etrafına göz gezdirip kaçması gerektiği yönü bulmaya çalışırken, mermilerin sağlı sollu geçtiğini fark etti. Sanki bir savaş filminin içine düşmüştü. Kurtuluş yine Arnavut kaldırımlı sokağa kendini atmaktı fakat geldiği yönden o kadar şiddetli bir mermi akışı vardı ki dönmesi mümkün değildi. O sokağın tam tersi istikamette tek başına kocaman bir yeşil ağaç olduğunu fark etti diğerlerinden farklı olan bu ağaç onu kurtarabilirdi çünkü diğerlerine nazaran tek gerçekçi duran ağaç oydu. Ona doğru koşmaya başladığında göğsünün altında oluşan yanma hissine parmaklarını götürerek cevap verdi sonra şok olmuş bir şekilde durdu ve göğsüne baktı, vurulmuştu. Ilık ılık sızan kan ona acı veriyordu. Sonra son derece şiddetli bir acı ile irkildi sol omzu neredeyse iki parçaya ayrılmıştı. Acısını hissediyor ama ölmüyordu. Bunu anlayınca ağaca olanca hızıyla koşmaya başladı artık acı her yerindeydi bacağında kolunda... Tam ağaca yaklaşmıştı ki birden bir bomba sesi ile irkildi.
Yerde ne kadar yattığını bilmiyordu. Sadece hiçbir ses duymadığını fark etti. Mermiler hala sağından solundan geçiyor kimisi ise vücuduna saplanıyordu. Sol gözü kan ile kaplanmış ve kurumuş olan kan sol gözünü açmasına izin vermiyordu. Güç bela sürüne sürüne ağacın arkasına doğru ilerlediğinde rahat bir nefes alabilmişti, gözünü kapayıp derin bir nefes alıp tekrar açtığında gördüğü manzara onu şok etmişti. Arnavut kaldırımlı sokakta idi üstüne kan, yara hiçbir şey yoktu. Kulakları duyuyordu. Yoldan geçen birini çevirip başına gelenleri anlatmaya çalışıyor fakat insanlar ona sadece içki uzatıyor ve gülümsüyordu. Tüm bu olanların şokunu atlattıktan sonra bu sefer sokağın sol kanadına doğru yöneldi. Girdiği sokak son derece özenle düşünülmüş bir çarşıya benziyordu. Ne isterse bulabileceği bu çarşıya girip güvende olabileceğini hissederek adım attı. Adımı atar atmaz yüzleri olmayan bir adam ve bir kadın kucağına bir sürü form ve bir kalem bıraktı. O formları incelemeye dalmışken birden etrafında ki binalar yıkılmaya başladı, binalar yıkıldıkça üstüne durduğu yolda parçalanıp aşağı düşüyordu. Bütün binalar yıkıldığında incecik kalmış bir betona tutunmaya çalışıyordu. Aşağıya bakıyor ve karanlıktan başka bir şey görmüyordu. Artık betona tutunacak gücü kalmamıştı kendini yukarıya çekemiyordu. Her şeyin bittiğini düşündü. Gözlerini kapayıp ellerini bıraktı, şiddetli bir şekilde aşağı düşüyordu ki, onu oraya getiren adam aynı araba ile karşısına çıkıp onu içeri çekti. İçeri girer girmez araba o kadar hızlandı ki sanki büyük bir ışık patlamasına doğru ilerliyordu.
Oturduğu sandalyeden düştüğünü fark etti. Parmakları az önce tutunmaya çalıştığı ince betonun kesikleri ile doluydu. Burnundan sızan kan çoktan kurumuştu. O esnada kapı açıldı ve ev arkadaşı içeri girdi. Onu görünce panikle yanına koştu.
-İyi misin? Ne oldu sana, ambulansı arayayım mı?
- Sakin ol bir şey yok
-Ama..
-Yok bir şey ufak bir hesaplaşma bitti gitti. Rakı var mı?
Ev arkadaşı önce soruya şaşırdı, sonra saate baktı ve gülümsedi
-Dolapta olacaktı.