17.Bölüm: "Külkedisi"

195 22 8
                                    



Tam olarak dört gündür abim ile yüz yüze gelmeye çalışıyor, konuşmuyorduk. Beni o gün odaya kapattıktan sonra annem sayesinde birkaç kez çıkabilmiştim ve bu günler boyunca böyle devam etmişti. Tuvalet bahanesi, yemek bahanesi derken bahane bulmaktan içim sıkılmıştı. Abim, mutfağa inmeme bile karışır olmuştu. Annem sağolsun, yemekleri odama kadar bir tepsi ile bana ulaştırıyordu.
Can sıkıntısından yapacak iş arıyordum ve tek kitaplar bana göz kırpıyordu. Zaten bir aydır okula gitmiyordum ve epeyce konu kaçırmıştım. Bu yıl üniversite sınavına girecektim ama iyi yapabileceğimden emin değildim.
Biraz matematik çalışmıştım. Her öğrenci  matematikten korkup eşit ağırlığa ksçmamıştım. Matematiği çalışmayı, soru çözmeyi seviyordum ama fen derslerine bayağı çalışmalıydım. Çalışmadan hiçbir şey olmuyordu çünkü. Ayrıca dil derslerinde de çok başarılıydım. İngilizcem gayet iyiydi. Almancam ise biraz pratik istiyordu.
Kendime, konuların özetinin özetini çıkardım. Test çözdüm. Bundan sonra derslerine daha çok ilgi göstercektim. Sonrasında pişman olmamak için şimdiden çalışmalıydım.
Kitaplarımı yerine yerleştirip yatağıma boylu boyunca uzandım. Saate baktıktan sonra gözlerimi tavana diktim. Saat, akşam dokuz sularını gösteriyordu. Ders te çalışmış, yapabileceğim çoğu şeyi yapmıştım. Ruhum daralmaya başlamıştı artık. Yalnız olmaktan nefret ediyordum.
Kapıdan, o iki kez gelen tık sesi odayı doldururken yatağımda bir anda doğruldum. Annem yoksa yine dayanamayıp meyve filan mı getirmişti?
Kapının kilidi açılırken kaşlarımı çatıp anneme baktım.
"Gizem, seni aşağıda bekleyen biri var."
"Kimmiş o?" derken bir anda elim ayağım buz kesilmiş titremeye başlamıştı. "Tilki olabilir miydi kapımıza kadar gelen? Mert evimi bilmiyordu çünkü."
"Kim olduğunu bilmiyorum. Rica etti. Ayrıca kendisi bir erkek." Gizlice, bıyık altından gülerken ne olduğunu anlamıştım.
Tilki! Aman allahım, beni bulmuştu. Yetmemişti eve gelmişti. Kafayı yemek üzereydim. Bir an önce aşağı inmek için üzerimden hiç çıkarmadığım pijamalardan kurtulup elime geçen ilk  pantolonu ve siyah tişörtü giydim. Elim ayağıma dolaşmıştı. Tilki, burada olmamalıydı.
Annem önden gitmişti. Merdivenlerden inerken ışıklar kapalıydı. "Işıklar neden kapalı!" diye bağırdım dengenin kaybedip    tutunmaya çalışırken. "Elektrikler kesildi galiba," dedi annem.
İyiki doğdun Gizem! İYİKİ DOĞDUN GİZEM!
Annem, abim, Seçkin ve Sera deli gibi bağırıyorlardı.
İYİKİ DOĞDUN İYİKİ DOĞDUN, MUTLU YILLAR SANA.
Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki gözlerimden akan yaşları fark etmemiştim. Önündeki kocaman pastayı bırakıp annem ve abime aynı anda sarılıp teşekkür ettim.
Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim, sizi seviyorum, dünyanın en iyi ailesisiniz siz! Bir tanesiniz!
Kulaklarına fısıldıyordum bu cümleleri. Beni unutmamışlardı, kavgalı olmamıza rağmen benim için uğraşmışlardı. İşte buydu benim gözümde aile. Kardeşi istemese bile onu korumak, kollamak, en büyük vazifesiydi.
Gözlerimi silerken Sera, bana pastayı işaret etti. Mumları tam üfleyeceğim sırada Sera, "Dilek tut!" diye söylendi. İnanamıyordum onun bu tavırlarına. Benim, bunca zamandır tanıdığım o kendini beğenmiş kız neredeydi?
"Kimsenin hayatıma dahil olmadan mutlu, huzurlu bir yaşam istiyorum."
Mumları üfledikten sonra yeniden teker teker herkes ile sarıldım. Annem pastayı mutfağa servisleri hazırlamak için götürürken tekli koltuğa oturdum. Resmen unutmuştum bugün doğum günüm olduğunu. Takvime bakmaya fırsat bulamamıştım ki.
Annem pastayı servis ederken abim, elindeki küçük bir poşet ile bana doğru geliyordu.  "İyi ki doğdun, canım kardeşim," dedi hediyesini verirken. Ağzım kulaklarıma varıyordu gülümsemekten. Hediye açarken çok heyecanlıydım. Hediye paketini yırtarken  içinden Samsung marka son derece yeni bir telefonun ve sim kartın çıktığını gördüm. "Yaa çok teşekkür ederim," dedim tekrardan. Telefonumu o evde düştüğümde düşürmüş olmalıydım. Tilki ile karşılaştığımızdan beri hiç görmemiştim. Kaybolduğunu biliyordum.
Pastalarımızı keyifle yerken bir yandanda  telefonumu kurcalıyordum. Kaç gündür sıkıntıdan ne yapacağımı bilemiyordum.
"Buda benden," dedi annem hediyesini vererek. "Bir tane hediye yeterde artardı bile buna ne gerek vardı," dedim gülerek. Hediyeyi açtığımda yepyeni bir saat gördüm. Gözlerim dolarken teşekkür ettim. O baba yadigarı saatimi kaybettiğimi söylemiştim. "Anne," dedim derin bir nefes alarak ağlamamaya çalıştım. "Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?"
Gülerek kafasını salladı. Çıkan gamzelerini görünce daha çok sevindim. Bende olmadığı için küçüklüğümden beri anneminkilerle uğraşır dururdum çünkü.
Sırada Sera vardı. Hediyesini elinden alıp sade bir teşekkür ettim. Dışından kitap şekline benziyordu. Tahmin etmiştim. Ve sonra açmak için kenara koydum.
Son olarak Seçkin de hediyesini vermişti. Bir soğukluk vardı aramızda. Eskisi gibi değildik. Bunu hissetmiştim. Çarpıntı filan da hissetmiyordum artık ona karşı. Nasıl olurda bir ayda değişbilirdi onca yıllık hisler? Aklım almıyordu.
Hediyeleri kenara koyarken konuşmaya başladık. Sohbet açtıkça açıyordu kendisini. Abimle aramızda da artık hiçbir sorun kalmamıştı. Ama Sera, iki de bir okul konusunu açıyordu. Bizde biliyorduk bu meseleyi. Devam edecektik herhalde.
"Külkedisi artık döndüğüne göre ne zaman okula geliyorsunuz, Sinan?" Bu soru tabii ki Sera'dandı. Değiştiğini düşünüyordum ve yanıldığımı bir kez daha görmüştüm.
"Yarın," dedi abim kısa keserek. "Annem, ben ve Gizem yarın okula geleceğiz. Devamsızlığı da halledeceğiz. Yani merak etme sen."
Sera susarken bu sefer Seçkin suskunluğunu bozdu. "Özlemişiz..."
"Aynen ya Gizem sen nerelerdeydin öyle?"
Patavatsızlığı her yerden akıyordu bu kızın.
"Döndün işte bu yeterli değil mi?" dedim abimin yüzüne bakarak.
"Tamam, tamam kızma hemen."
Zaman geçtikçe sohbet derinleşiyordu. Seçkin, kız mevzularını anlatırken eskisi gibi değildim. Gülüp geçiyordum bu sefer.
Bir anda çocukluk maceralarımızdan konu açılınca kahkahalara doyamamıştık. Ne kadar anlaşamasakta tartışsakta geçmiş hep peşimizdeydi işte. Anılar silinemiyordu.
Saat gece yarısına gelmek üzereydi. Sera ve Seçkin kalkarlarken, yarın okula gideceğimiz düşüncesi aklımı bulandırıyordu. İlk okula yeni başlayan çocuklar gibi heyecanlıydım.
Annem onları uğurlarken, pasta tabaklarını ve bardaklarını yıkanması için mutfağa taşıdım. Hediyelerimi bir poşete koyup odama çıkarken abimi odamın kapısının önünde beklediğini gördüm.
"Tekrar doğum günün kutlu olsun," dedi gülümseyerek.
"Özür dilerim," diyerek onu susturdum.
"Siz benim her şeyimsiniz. Tabii ki iyiliğimi düşünüyorsunuz. Aptallık ettim."
Hemen ona sarılırken oda aynı şekilde bana sarılmıştı. Abi kardeş birbirimize derman oluyorduk. Kalbimi kırsa da, onun kalbini kırsamda yine birbirimizi buluyorduk. Abi kardeştik işte. Atsan atılmaz, satsan satılmazdı.
"Hadi gir içeri. Yarın okula gideceğiz erken kalkmamız gerek."
Okul lafını duyunca yine bir mutlu olmuştum. Normalde sıkıldığım okula, şimdi gideceğine seviniyordum.
"İyi geceler," dedim kapıyı kapatırken. Arkadan seslendi. "İyi geceler."
Hediyelerimi komidinin izerine koyup üzerime pijamalarımı giydim ve kendimi yatağa attım. Ne olmuştu öyle? Dünyanın en mutlu kızı gibi hissediyordum.
Saati komidini açıp gizli kutuma koydum. Bu benim için çok fazla değerliydi. Bunu asla ama asla kaybetmemem gerekiyordu.
O sırada, yastığımın altından kayan o kimsesiz çocukların kaldığı evde bulduğum fotoğrafı gördüm. Oradan çıkarıp tekrar elime aldım. Artık onlar yoktu hayatımda. Unutacaktım, her şey mazi de kalmıştı, kalacaktı. En doğrusu buydu.
Komidini kapatıp üzerindeki hediyeleri aldım ve yatakta oturur pozisyona geldim. Yavaş yavaş açtım paketleri. Seçkin'in aldığı hediye siyah bir defterdi. Sera da kalem ve bir hikâye kitabı almıştı; Külkedisi.
Kalemi elime alıp deftere bir yıldız çizdim. Ne kadar yamuk olsa da hayallerimdi o benim. Bir süpürge çizdim. Külkedisini istemeyen bir cadı vardı ortada. Bir balkabağı yaptım. Ama o gece külkedisi prensese dönüşmedi.

|KİMSESİZLER| (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin