Yabancı bir ses, uykusunun en derin yerinde onu uyandırdı.
"Gilbert!"
Gilbert panikle uyandı. Tamamen farklı bir odadaydı, karşısında da tanımadığı bir kadın.
Ancak anlamadığı bir şekilde, kadına bakarken zihninin gerilerinde tek bir kelime beliriyordu: Anne.
Oda da yavaş yavaş tanıdık gelmeye başlamıştı ancak ters giden bir şeyler vardı.
"West nerede?"
"West de ne demek?"
"Almanya..."
"Gilbert, hayatımız boyunca neredeyse Dresden'den dışarı adım atmadık bile. Şu an da Almanya'dayız."
Gilbert boş boş bakınca kadın daha fazla sesini çıkarmayıp odadan çıktı. Kapıdayken de kahvaltının hazır olduğunu ve aşağıya inmesi gerektiğini hatırlattı. Gilbert ise kadının söylediklerini dikkate almayıp yatağa geri yattı ve uyumaya çalıştı. Eğer uyursa bu kabustan uyanabileceğini düşünüyordu.
"Brudeeeeeeer!"
Gilbert aniden yerinden fırlayıp haykırdı. "Ludwig!"
Fakat odaya giren gencin Ludwig'le uzaktan yakından alakası yoktu, saç ve göz rengi dışında.
Bu kez Gilbert'ın zihninde beliren isim Oskar'dı.
"Ludwig de kim? Yoksa yeni sevgilin mi?"
Oskar dudaklarını büzüştürüp Gilbert'ın sesini taklit ederek onunla dalga geçti.
"Oh, Ludwig, sevgilim! Öp beni! Mmmmm!"
Gilbert yüzünde bir dehşet ifadesiyle Oskar'a bir yastık fırlattı.
"Kapa çeneni!"
"Tamam, tamam. Sakin ol Gil. Bu arada annemler bekliyor. Kahvaltı. Üçümüz de fena halde açız."
Gilbert bundan kolay kolay kurtulamayacağını anlamıştı. İçini çekip mutfağa indi.
//////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////
Oskar ve ailesiyle geçen ilginç kahvaltıdan sonra Gilbert artık evden çıkıp Ludwig'i bulma konusunda daha istekliydi. Doğduğundan beri hayali böyle bir aile olsa da içten içe buraya ait olmadığını biliyordu. Onun tek gerçek ailesi Ludwig'di.
Bu yüzden, "Beilschmidt'lerin" elinden kurtulur kurtulmaz hemen kardeşinin kaldığı eve doğru vakit kaybetmeden yola çıktı.
Tam evin önüne geldiği sırada Ludwig, köpeklerle birlikte yürüyüşten dönüyordu.
"WEST!"
Gilbert neredeyse haykırarak Ludwig'in boynuna atladı.
Ludwig onu kibarca kendinden uzaklaştırdı, kıpkırmızı olmuştu.
"Afedersiniz, sizi tanıyor muyum?"
Gilbert'ın kalbi parçalara ayrıldı.
"West, benim, Gilbert! Abin, seni yetiştiren kişi!"
"Gilbert diye birini tanımıyorum. Sizi de daha önce hiç görmedim. Beni birisiyle karıştırmış olabilir misiniz? Adım West ya da ona benzer bir şey değil çünkü. Adım Ludwig. Ludwig Edelstein."
Ludwig Edelstein.
Edelstein.
Gilbert'ın gözleri doldu.
"O Roderich olacak kendini beğenmiş aristokrat şimdi de seni mi çaldı benden?"
"Abim hakkında doğru konuş!"
"Senin abin benim!" diye inledi Gilbert hıçkırıklara boğulmadan önce.
O ana kadar hiçbir tepki göstermemiş köpeklerden Blackie, yere çökmüş, ağlayan Gilbert'ın yanına yaklaştı ve yüzünü yaladı. Gilbert'ı bu dünyaya bağlayan tek şey oydu.
"Blackie..."
Ludwig, daha önce hiç görmediği bu gencin, köpeğinin adını nereden bildiğini, daha önemlisi, yabancıları hiç sevmeyen köpeklerinin onunla nasıl bu kadar iyi geçindiğini anlayamıyordu. Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı.
"Sen de kimsin?"
Gilbert, gözyaşları yanaklarından süzülürken cevap verdi.
"Sana söyledim. Gilbert Beilschmidt. Töton Şövalyeleri. Prusya Krallığı. Doğu Almanya."
Ludwig kaşlarını kaldırdı. "Töton Şövalyeleri ve Prusya Krallığı'nın adını daha önce hiç duymadım. Fakat Doğu Almanya? O sen olamazsın, çünkü..."
"Biri beni mi çağırdı?"
Birden kapının önünde, küçük farklılıklar dışında Ludwig'e tıpatıp benzeyen genç bir oğlan belirdi.
Gilbert'ın gözleri şaşkınlıkla sonuna kadar açıldı. Ağzından bilinçsizce birkaç kelime döküldü.
"Kutsal Roma İmparatorluğu..."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gone
FanfictionEski Prusya, yeni Doğu Almanya temsilcisi Gilbert Beilschmidt, bir gün uyandığında bir insan olduğunu fark eder. Bir evi ve onu seven bir ailesi olan Dresden'li bir genç adamdır artık. Fakat uzun zamandır böyle bir yaşamı arzulamasına rağmen mutlu d...