Daha ne kadar gözyaşı dökecektim? Daha ne kadar lanet edecektim bu adama? Ya da ne zaman kurtulacaktım? Sorular beynimi yiyip bitirirken yağmurun altında yürüyordum. Ayaklarım koşmaktan ağrıyordu, oturacak yer bulmam gerekiyordu ama bomboş bir sokaktaydım. Evden ne kadar uzaktaydım? Bilmiyordum.. Sadece o adam ve o adamın iğrenç dokunuşlarından kaçmak için var gücümle koşmuştum. Soğuktan kızaran burnumu çekip gözyaşlarımı silerek yürümeye devam ettim. Telefonumun bulunduğu cebime elimi sokarak sıkı sıkı tuttum telefonumu. Tek umut kaynağım oydu çünkü kaybolmuştum. Hoş.. Kimi arayacaktım ki? Kim benim gibi bir zavallıya yardım edecekti ki? Yorgun bir şekilde gülümseyerek yoluma devam ettim. Evden koşarak çıkmadan önce montumu alarak akıllılık etmiştim yoksa soğuktan ölürdüm. Bir tane bile araba geçmiyordu ki yoldan.. Tek başıma yürüyordum işte. Bir süre daha yürüdükten sonra kulağıma müzik sesleri dolmaya başladı. Gözlerim şaşkınlıkla kocaman olmuştu. Bütün akşamı bu yolda yürüyerek geçirmiştim. Ne bir insan tanesi görmüştüm, ne de bir ses duymuştum. Dudaklarımı dişleyerek sesin geldiği yere doğru yönlendirdim adımlarımı. Önüme koskocaman bir bina çıkmıştı. Kapısında iki tane kocaman kaslı adamlardan vardı. Yutkunarak yönümü başka tarafa çevirerek yürümeye devam ettim. Adamların bakışları çok korkutucuydu ve onlara bulaşarak başıma bela almak istemiyorum. Ellerim cebimde ve kafam önümde yürürken sert bir şeye çarpmıştım. Etrafım ciddi anlamda karanlık olduğundan yolda ne vardı göremiyordum. Kafamı kaldırıp baktığımda bu bir.. Bedendi. Bir insan. Yüzünü görmek için kafamı biraz daha hatta biraz daha kaldırmam gerekmişti. Kaşlarını çatarak bana sertçe bakan maskeli bir adamdı. Çok.. Kötü bakıyordu. Korktuğumdan birkaç adım gerilemiştim ve bakışlarımı kaçırmıştım. Ardından eğilerek özür dilemiştim.
"Ö-özür dilerim.."
Kekelemek planımda yoktu! Tekrar doğrulduğumda alaycı bakışlarla bana bakıyordu. Az önce benim açmış olduğum mesafeyi iki adım atarak kapamıştı. İyi de ben o mesafeyi açmak için tam altı adım atmıştım. Lanet kısa boyluluk. Bu kez o yüzüme bakmak için eğilmişti. Kaşlarını çatarak montumun kenarları tüylü şapkasını kafamdan sertçe çıkararak omzumun üzerine düşmesine neden oldu. Korkuyla daha da büyüyen gözlerimle bakıyordum.
"Senin ne işin var burada?"
Derin sesi sakin ama bir o kadar da sertti. Tüylerinizi ürpertecek cinsten. Dudaklarımı yavaşça aralayıp cevaplamıştım.
"B-ben.. K-kayboldum.."
Bunu duymasıyla maskesini indirerek sırıtmaya başladı. Korkuyordum. Babamdan ne kadar çok korkuyorsam bu adamdan daha çok korkuyordum. Elini omzuma koyarak yüzüme eğildi.
"Aç olmalısın. Yemek yiyelim."
Ha? Aslında açtım.. Ama.. Gitmeli miydim? Ama filmdeki kızların sonu böyle olmuyor mu? Olmaz. Gidemem. Telaşla birkaç adım uzaklaşıp konuşmaya çalıştım.
"A-Ahh.. Teşekkürler.. Ben.. Aç değilim ve arkadaşımı aradım birazdan gelecek."
Yalan.. Arkadaşlarım kıymetli kıçlarını kaldırıp asla gelmezler. Birkaç dakika bana baktıktan sonra maskesini tekrar takarak benden uzaklaşmaya başlamıştı. Uzun boyu vardı. Gerçekten çok uzundu. Kafasında şapka yoktu ve bu yüzden kepçe kulaklarını görebilmiştim. Benim kafamda da şapka olmadığı aklıma gelince hemen şapkamı kafama tekrar örttüm. Bulunduğum taraf çıkmaz sokaktı sanırım. Çünkü neon renklerle yazılmış yazıları görebiliyordum. Bu yüzden onun gittiği tarafa gitmek zorundaydım. Minik adımlarla yürüyordum. Uzun ince bacaklarını bu karanlıkta görmek mümkün değildi. Hem de o simsiyah giyinmişken. Ellerimi tekrar ceplerime sokarak ürkek adımlar atmaya devam ettim. Başka biri tarafından daha durdurulmak istemiyordum. Yoluma devam ederken yüksek sesle telefonum çalmaya başlamıştı. Boş sokak sadece benim telefon sesimle yankılanıyordu. Hemen cebimden çıkarıp ekrana baktım. Kimdi ki bu? Numara vardı sadece. Açıp kulağıma götürerek sakin tutmaya çalıştığım ses tonumla yanıtladım.
"Alo?"
Karşıdan hışırtılar geliyordu sadece. Tam kapatacakken bir kadın sesi yanıtladı beni.
"Kyungsoo-ah?"
Bu ses..
"Orda mısın?"
"E-evet buradayım.."
"Nasılsın? Ben.. Üzgünüm bebeğim.."
"Üzgün mü? Öyle misin anne? Gerçekten mi? Beni o adamla bırakıp kendi hayatına mutlu bir şekilde devam ettiğin için üzgün müsün? Benim hayatımı mahvettiğin için üzgün müsün?"
Ağlamayacaktım. Ama boğazıma çoktan bir yumru oturmuştu. Hatta gözyaşlarım birer birer terk ediyordu gözlerimi. Sinirle gözlerimi sildim ve telefonu kapadım. Birkaç kez derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Ardından adımlarıma devam ettim. Arkamda duyduğum sesle tekrar durmuştum.
"Demek terkedildin ha? Hem de annen tarafından."
Ardından yükselen bir kahkaha. Arkama dönerek bağırdım.
"Hiç komik değil!"
Hıçkırarak önüme döndüm ve yoluma devam ettim. O ne zaman arkama geçmişti? Hala gülmeye devam ediyordu. Ardından bana hızla yaklaşan adım seslerini duydum. Bundan korktuğum için ben de kendi adımlarımı hızlandırdım. Sırtımın birden duvara çarpmasıyla çığlık atmıştım.
"Bana bak! Bir daha. Bir daha bana sesini yükseltirsen.. Sonucuna katlanırsın."
"Ö-özür d-dilerim."
Şimdi korkudan ağlıyordum işte. Yüzüme biraz daha yaklaşarak alt dudağımı kendi dudakları arasına alıp birkaç kez emdi. Bense sadece kocaman gözlerimle onu izliyordum.
"Cezalısın Kyungsoo. Beni unuttuğun için."
"N-Ne?"
"Park Chanyeol.. Hiç mi tanıdık gelmedi sana?"
O an düşünmeye başladım. Hayatımdaki kişileri gözden geçirmeye başladım. O-Oydu. B-Bana tecavüz eden piç! Sinirle ona baktım ve bana sırıtan yüzüne tükürdüm. Gözleri kapanıp elleri duvardan geri çekilirken fırsat bu fırsat deyip koşmaya başladım.
"SENİ ÖLDÜRECEĞİM DO KYUNGSOO!"
Adeta kükremişti. Korkuyla koşarken kolumdan tutulup savrulmam bir oldu. Duvar kenarında yatarken acıyla inledim. Sırıtarak uzun bedeniyle geliyordu. Önümde eğildi.
"Seni sevdim lan ben. Sürtük seni. Ama sen ne yaptın? Beni o piçe tercih ettin. Ne oldu? Terk etti seni değil mi? Neden? Çünkü ben, onu öldürdüm. Sana dokunduğu anda öldürdüm! İçine girmeye hazırlanırken nasıldı? Kucağına birden ölü bir bedenin düşmesi nasıl hissettirdi ha!? Söyle lanet olası!"
Saçlarımı kavrayınca acı dolu çığlığım gecenin karanlığında yankılanmıştı. O anlar aklıma geldikçe daha çok gözyaşı döküyordum. Hayatımın en güzel gecesi, en berbat geceme dönmüştü. Sırıtarak bana bakıyordu.
"Sana benim olduğunu söylemiştim Kyungsoo. Benimsin." Tek eliyle yorgun bedenimi tutarken diğer eli kemerimi çıkardı ve ellerimi bağladı. Çığlık atıp yardım dilenmeye devam ediyordum ancak beni duyan kimse yokmuş gibiydi. Eli dudaklarım üzerine gidip çığlıklarımı kesmeye çalıştığında bedenime çarpan soğukla yarı çıplak olduğumu anlamıştım. Aynı o geceyi yaşıyordum şu an. O gece ölü sevgilimi üzerimden kaldırmış, beklemeden bana tecavüz etmişti. Nasıl unutmuştum yüzünü? Nasıl yapmıştım bu hatayı? Düşüncelerimi bölen şey içimde hissettiğim kazık kadar şeyle son bulmuştu. Çığlık atmıştım yine. Çok.. Çok acıyordu canım. Gözyaşlarım hızla akıyordu yanaklarımdan. O içimde gidip gelirken acı dolu çığlıklarımı bırakıyordum geceye. Uzun bir süre boyunca içimde gidip gelmişti. Bedenim donmuştu soğuktan neredeyse. Tepki veremiyordum artık. Alt tarafımdaki acı tarif edilemezdi. Ilık bir sıvı yayılmıştı bacaklarım arasına. Ardından içimde hissettiğim yoğun sıvıyla kafam yere doğru düşmüştü. İniltileri son bularak içimden çıkmıştı. Pantolonumu giydirip beni kucağına aldı. Hareket dahi edemiyordum. Beni yere indirdi ve dik durmamı sağladı. Cebinden silahını çıkarıp bana doğrulttu ve kalbimin oraya ateş etti. Anında yere yığılmıştım. Ardından bir el daha ateş sesi doldurdu kulaklarımı. Bu kez de o yanına düşmüştü. Titreyen eliyle parmaklarımızı kenetledi ve dudakları dudaklarımı bularak bir kez öptü.
"S-Seni seviyorum Do Kyungsoo.."
Dudakları tekrar benimkileri bulunca ikimizde sonsuz hayata gözlerimizi kapamıştık.