Usher hepimizden önce davranarak merdivenlerden yukarı uçtu. Tiff ve ben önce birbirimize, sonra Usher'ın tüm tozunu kaldırdığı merdivenlere baktık. Sonra merdivenlerden çıkmaya başladım. Ben önden, Tiffany ise arkamdan geliyordu. Merdivenlerin korkuluklarına tutunarak yürümeye devam ettim. Üst katın zemini görününce direkt metal görünümlü kapının başına dikildim.
Kapıyı zorlarken Tiffany'e "Burada ne olduğunu biliyor musun?" dedim. "Hayır." dedi. "Bir kez de ben deneyebilir miyim?" "Tabii ki." deyip çekildim. 1-2 denemeden sonra kapı gıcırdayarak odanın içine doğru açıldı.
Odanın kapısının arkasından bir köpek havlaması duyulunca Tiff kucağıma atladı. "Ben köpeklerden çok korkarım!"
Gülmeye başladım. "Ne yani orada köpek mi vardı?!"
Usher elinde bir kaset çalarla kapının ardından gözüktü. "Hayır. Sadece kaset çalar. Tiffany kaset çalarlardan korkar da." deyince ikimiz de kahkahalar atmaya başladık. Yanlızca Tiffany kollarını kavuşturmuş, somurtarak bize bakıyordu.
"Bir daha eşek şakası yaparsan seni boğarım!" dedi tırnaklarını Usher'a doğru sallayarak. "Yani bütün günkü tavrın bu yüzdendi öyle mi?" dedim Usher'a. Evet anlamında kafasını salladı. "Eh o zaman.. Ben gideyim. Zaten telefonumda 100'ü aşkın cevapsız arama vardır." deyip merdivenlere yeltendim.
Usher kolumu tutup "Biraz daha kalsan?" dedi. Köpek yavrusu bakışı dedikleri şey bu olsa gerek. Gözlerinin içi parlıyordu. "Şey.. Olmaz. Gitmem gerek." deyip onu reddettim. Kolundan kurtulup tekrar merdivenlere yürüdüm.
Bu defa Tiffany'nin sesi duyuldu. "Sell! Lütfen!"
Onu duymazlıktan gelip aşağıya, çantamı almaya indim. Telefonumu elime alıp 'Cevapsız Aramalar' kısmına baktım. Sayı dudak uçuklatıcıydı. 'Cevapsız arama kaydınız bulunmamaktadır.'
Hadi canım. Aynı gün içinde herkesin telefonu servise gitmiş olamaz değil mi? Olabilir mi? Ya da en basidinden size bir cevap: Kimse beni merak etmiyor. Saat öğleyi geçiyor ve buna rağmen -Hayranlar da dahil.- kimse beni merak etmiyor.
"Görüşürüz." diyen Tiffany'e doğru döndüm. "Tabii ki görüşeceğiz." dedim. Elini ozuma koyup "Söz ver." dedi. "Sen bir daha fıstık demezsen söz veririm."
"Tamam. Söz. Demeyeceğim."
"Tamam. Hoşçakal."
"Hoşçakal fıstık."
"Hoşçakal köpekçik." deyip kıkırdamalarımızı elimin tersiyle itip kapıya ilerledim. "Masanın üstünde telefon numaramın yazılı olduğu bir not var. Ara beni!" deyip kapıyı çektim.
Dışarıya doğru döndüm. Sert bir rüzgar esiyordu. Durup gülümsemeye çalıştım. Kendimde tebessüm etme gücünü bile bulamıyordum. Neden Justin'le tanıştım ki? Neden Nick'le tanıştım? Neden durgun bir hayat sürüp gitmiyordum ki? Neden herkes gibi olamıyordum? Neden ki?
Yoldan geçen bir anneye ve elini tutan kıza doğru baktım. Annesi çantasından çıkardığı elma şekerini kıza doğru uzatıyordu. Kız da sanki yeniden doğmuş gibi bakıyordu elma şekerine. İlk önce annesine, sonra elma şekerine baktı. Anneyle kız bakıştıklarında gülümsediler. Annesi yüzünü tekrar eskisi gibi asarken, kız gülümsemesini diliyle bölüp şekeri yalamaya başlamıştı. Bir an kızla göz göze geldik. Kız bana doğru bakınca, bir tehlike sezmiş gibi annesi de bana baktı. Küçük bir tebessüm yolladım küçük kıza. Birkaç saniye bana bakıp sonra bakışlarını tekrar şekerine çevirdi. Daha sonra da yürüyerek gözden kayboldular.
Bir elma şekeri küçücük bir kızı mutlu ediyordu. Benim ise ondan iki farkım vardı; Bir elma şekerim yoktu ve küçük bir kız değildim. Oysa ne kadar da çok isterdim annemin ellerini öpmeye doyamadığım yıllara geri dönmeyi. Ama imkansızdı bu isteğim. Hep imkansızları istiyordum zaten. Mükemmel olmak gibi. Saçma.
'Hep yenilmeye mahkumsun!' diye bir çınlama duyuyordum kulaklarımda. Beni içime bastırıyordu. Sanki biri eline bir hançer almış, onu defalarca kalbime sokup sokup çıkarıyordu. O katilin yakalanmasını isiyordum. Ancak kabullenemediğim bir gerçek vardı. O katil bendim. Kendimin katiliydim.
Telefonumun sesiyle düşüncelerimden kurtulup elimi çantama attım. Elimi çantada 50 tur dolandırmıştım ancak sonuç hiçti. Buna rağman telefon çalmaya devam ediyordu. Galiba diğer 'Cevapsız aramalar'ın suçunu telafü ediyordu.
Telefonumu aramalarıma karşılık gelmeyince dayanamayıp kaldırıma oturdum ve çantamı yere boşalttım. Bana tuhaf tuhaf bakanlara aldırmayıp parfümlerimin ve makyaj malzemelerimin içine elimi daldırdım. "Sonunda!" diye bağırıp telefonu elime aldığım anda sustu.
Cevapsız aramalar kısmında "Justin" yazısını görünce İyi ki açmamışım. diye düşünüp bin bela okuduğum çantamdan özür diledim. Çantamı birkaç saniye içinde tekrar yerleştirip sırtıma aldım.
Evime doğru yürüdüm. Zaten birkaç yüz metre kalmıştı. Birkaç yüz metre.. Ne güzel.
Kulaklığımı takıp müzik dinlemeye karar verdim. Notalar bile bana garip geliyordu. Orada olmaları yanlış gibiydi. Herşey batıyordu. Ben de batıyordum. Kaderimde belirlenmiş olan çukura..
Evimin merdivenlerinin önünde Justin'in sülietini görünce olduğum yerde kalakaldım. Buraya gelmeye nasıl cesaret edebiliyordu? Beni görmeye nasıl katlanmayı düşünebiliyordu? Beni niye düşünmüyordu? Suç bende miydi? Tabii ki hayır. Ama?..
"Selena.." dedi ağlamaklı bir ses. "Herşeyi anlatacağım. Herşeyi." diye ekledi ayn ses. 'Evet.' anlamında kafamı sallayıp ona doğru yürüdüm.
"Ne söyleyeceksin?" deyip başımı yere eğdim. "Bana bakar mısın?" dedi. Zorlukla kafamı kaldırıp gözlerimi ona kenetledim. "Anlat." dedim. "Kısa yoldan." diye ekledim.
"Emin misin?"
"Evet."
"Caitlin beni sana zarar vermekle tehdit etti."
---
Eveeeeeeet. :D Uzun mu uzun bir aradan sonra tekrar yeni bölüm ve ben karşınızdayız. Ne güzel dimi :D Neyse. Hastalığım kısmen geçti. Serumlar.. İğneler.. Ya da o sapık doktooor.. :D Neyse. Umarım Justin'in açıklamasını okuyabilecek kadar sıkılmamışsınızdır hikayeden. Tekrar neyse.
Sizleri seviyorum. ♥
Te amo.♥
я люблю тебя ♥
私はあなたを愛して♥
أنا أحبك ♥
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Slow Down [Selena Gomez Fan Fic.]
FanfictionBir insan; Size kızıyorsa, dünyanın en iyi insanı dahi olsanız da bir neden bulabilir. Aynı şekilde bir insan; Sizi affetmek istiyorsa, dünyanın en kötü insanı bile olsanız bir mazaret bulabilir. Aradaki fark; Sizin iyiliğinizle ya da kötülüğünüzle...