Yürümek denir miydi buna? Zira ben daha çok titreyerek sürünüyordum bu upuzun, ölüme giden koridorda. Ayaklarımın taşa değdiği her an bir patırtı oluyor, ne zaman parmak ucunda yürüyebilmiştim ki?
Derin bir nefes, maksat dolsun ciğerlerim. Korkuyu ve duymak üzere olduğum pişmanlığı herbir milimimde hissediyordum şimdiden.
Ürkek, peltek bir kadın olmuştum hayatım boyunca. Yaradılıştan sinmişti üzerime bu. Elbiselerimin işlemeli çiçekleri ardına sığıp, taşlara oturur izlerdim kalabalığı. Quentin de böyle derdi, "O kara bedenin ve peltek ağzınla Güney Amerikalı olmamak için ne sebebin var? Ol gitsin!"
Şimdi, bu koridorda sağ elimde ölümü -hançeri- tutarken, aklımdan Quentin'in öğrettiği dualar geçiyor ama hiçbiri dilimde dönmüyor, sanki ağzım mıhlanmış açamıyorum. Hançeri
-ölümü- sıkıyorum ellerimde, tıpkı dişlerimi sıktığım gibi. Yer yer dizilmiş mumlar yaverlik ediyorlar bana, bu zamazingoya üzülüyor gibi bir halleri var. Aşağı yukarı beş adımda bir, surlara hapsolmuşken bir de demirlerle çevrelenmiş pencerelerden biraz ışık sızıyor. Sönmüş ayın ışığı bu, belli ki o da kederlenmiş bu gece. Yıldızlara bakamayacak kadar telaşlıyım, keşke onlar bana bakmak için uzansalar pencereden, tüm telaşım dinecek. Öldürmek ilk kez bu kadar hafif gelecek.Pıt pıt pıt...biri duysa beni, kanımın ahşabı nasıl boyayacağını düşünmek bile tüylerimi diken diken ediyordu. Hançerin ağırlı mıydı yoksa omuzlarıma binen bu alçağın mı, bu alçak hissin?
Hançeri elimde iyice sıkmışken, o perdeli odaya da iyice yaklaşmıştım: Montana'nın perdelerine.
Adımlarım -bileklerim- kırılacaktı neredeyse, ve onu buradan hissediyordum. Nefeslerim ciğerlerimi yırtacak gibi, pilelerim yanacaktı sanki.
Ölüme birkaç adım.
5,
hala nefes alabiliyorum
ama boğazım yanmakta4,
nefeslerini tam anlamıyla duyabiliyorum, benimkilerse kesiliyor3,
kokusu bile burnumda
nice leylakalar saklanmıştır tenine2,
mor perdeleri aralıyorum,
üzerinde yeşil yeşil laleler1,
yanı başındayımBukle bukle kara saçlarım omzumdan sarkıyorken onun saçları altın rendeleri gibi, gözlerim kendi çekirdeğine gömülürken onun gözleri kapalıyken bile manalarla doluydu. Göz kapaklarına gecenin ışığı pusu kurmuş, yerini gündüze devretmeyi bekliyordu.
Omzunun biri açıkta, kadife battaniyeler üzerinde oradan oraya taşınmış ve katlanmış. Ona böylece bakar durdukça, aklıma o gün geliyor.Yüzü bana can kadar yakınken, ne güzel gülümsemişti! Nerelisin demiş ve eteklerini düzeltip çardağa çömmüştü. "Güney Amerika," yanına geçmiştim, "en azından öyle gözüküyor." ellerini çimlerin üzerinde gezdirdi durdu, "Bilmiyorsun yani memleketini?" kafamı iki yana salladım, yüzü düşmüştü.
Ay tepemizdeydi ve o gecenin saraya getirdiği şeri düşünmüyor gibiydi, elimi eline almış uzun uzun bakmıştı. "Leydim, bu ne içindi?" elini çekmeden cevaplamıştı, "Yaşına bakmayı denedim, bunu da beceremedim."
Melankolik bir gülüş ile etrafında döndü durdu, babamın morfinlere benziyordu. İnci gibiydi dişleri, "Ne diye duruyorsun öyle?" ellerimi çekti, beraber döndük gecenin şerinde çimleri eze eze.