Gözlerimi araladım. Gözbebeklerim ışığa uyum sağlayamamışlardı. Gözlerimi tamamen açtığımda başımın dibindeki kadın bağırdı.
"Hastamız gözlerini açtı!"
Hastamız? Gözlerini açmak? Ölmemiş miydim ben? Ellerimi kaldıracak takatim olmamasına rağmen zorlukla vücudumu yokladım. Ölmemiştim. Onu bile becerememiştim. Doktor geldi.
Doktorla uzun bir konuşma geçti aramızda. En sonunda "Yakınlarına haber verdik, birazdan burda olurlar." dedi ve gülümsedi.
Benim yakınım yoktu ki. Sadece babam vardı. O da yurtdışı iş görüşmeleri bahanesiyle eve uğramazdı. Arkadaşım bile yoktu benim. Yalnızdım. Ölmeliydim. Ha bi de o vardı. O. Hayallerimin prensi. İntahar etmeden önce ona not bırakmıştım. Ama ölmemiştim. Şimdi o nota bakıp arkadaşlarıyla gülüyor olmalıydı. Kendimi rezil etmiştim. Aslında tekrar deneyebilirdim. Yeniden intahar edebilirdim. Evet evet yapmalıydım. Bu yaşamda pek de değerim yoktu zaten. Kapı tıklandı ve içeriye uzun boylu, sarışın ve renkli gözlü ve yakışıklı biri girdi. Neden geldiği hakkında kendi kendime tahmin yürütmeye başladım.
Acaba doktor muydu? Ama forması yoktu. Temizlikçi? Hayır hayır bir temizlikçiye göre fazla yakışıklıydı.
Yanımdaki sandalyeye oturdu ve gözleri kolumdaki serumlara kaydı. Nedensizce utanmıştım. İlk defa bunu yapmaktan pişmanlık duıyuyordum. Bunu yapmaktan kastım, kendime zarar vermekti.
"Eee şey eğer hemşirseniz ve ilaçlarımı getirdiyseniz içmeyeceğim. Bunu söylemiştim."
Güldü.
"Hayır beni Bay Lockwood gönderdi. Sizinle ilgilenmem için."
'Bay Lockwood kızını ne zamandır düşünüyo acaba?' diye fısıldadım.
Tekrar güldü.
"Benimle ilgilenmek mi? Ben bebek değilim kendime bakabilirim." diye çıkıştım.
"5 kez intahar etmenize bakılırsa bebek olmalısınız."
Cevap bulamadım.
"Dinlendikten sonra hazırlanın, sizi yeni evinize götüreceğim."
Ben yeni eve falan gitmek istemiyordum. Bahane uydurdum.
"Doktor çıkamayacağımı söyledi." Söylememişti.
"Ben doktorla konuştum küçük hanım. Öyle bir şey yok ve ne kadar çabuk hazırlanırsanız o kadar iyi."
"Nerde bu yeni ev? Eğer yine buralar--"
"Hazırlanın, görürsünüz." dedi ve dışarı çıktı.
Gerizekalı. Sen kimsin ki bana emir veriyorsun? Hepsi babamın işiydi. Bana bela açmaktan başka birşey yapmıyordu ki.
Kendimi epey zorlayarak ayağa kalktım. Her yerim ağrıyordu. İlaçların etkisinden olmalıydı. Sarhoş gibiydim. Uzun bir süre -ve epey uğraş vererek- hastane kıyafetlerini çıkartıp kendi elbisemi giydim.
"Tamam hazırım." diye seslendim o adama. İsmi neydi acaba?
Çantamı yerden aldım ve telefonumu kontrol ettim 1 cevapsız arama. "Brenda."
Geri aradım. Hemen açtı.
"Efendim Brenda?"
"Sen nerdesin?"
"Evdeyim ne oldu?"
"Bütün okul seni konuşuyor!"
Hepsinin canı cehenneme.
"Ne diyorlar?"
"Sheldon'a bıraktığın not."
"Ben Sheldon'a not mu bırakmışım?"
"Numara yapmayı kes Jane."
"Numara falan yapmıyorum zaten. Söyleyeceklerin bittiyse kapatıyorum."
"Dur bir saniye J--"
Telefonu kapattım. Hemen hattımı değiştirmeliydim. Yaşadığım şehri de. Hatta ülkeyi. Hatta gezegeni. Lanet olsun.
Babamın gönderdiği adam içeri girdi. Aslında adam çok büyük bir kelime olmuştu. Çocuk? I-ıh. Her neyse yirmili yaşlardaydı.
"Koluma girin."
Küstahlığa bak.
"Kendim yürüyebilirim." dedim ama iki adım atıp sendeledim. Salak.
Gelip koluma girdi ve birlikte hastaneden çıktık.
Dışarıda çok lüks bir araba bizi bekliyordu. Arabalardan pek anlamam aslında. Ama gerçekten gıcır gıcırdı. Arabaya bindik birlikte. O sürücüydü ve ben de onun yanında oturuyordum.
"Adın ne?" diye muhabbete başladım.
"Connor."
"Ben de Jane. Nereye gidiyoruz?"
"Bir süreliğine California eyaletinden ayrılıyoruz. Hawaii'yegidiyoruz."
Hawaii? Tanrım, inanmıyorum! Bu harika!
Yeni bir yaşam beni bekliyordu. Bakıcım Connor ile birlikte.