Multimedia: Atlas.
Gözlerimi açtım, ama anında geri kapatmak zorunda kaldım. Karşımdaki ışık, öyle bir göz alıyordu ki beynime ağrı yapıyordu. Gözlerimi yarım açarak karşımdaki ışığa çatallaşmış sesimle selam verdim. "Günaydın şekerim. Bu kadar yanma bence, yakında patlama yapar." Diyerek güldüm. Etrafıma bakındım. Küçük ve tuhaf bir odadaydık. Yandaki minicik bir koltuğa iki kişi oturmuşlardı. Kim olduklarını gözüme vuran ışık yüzünden ayırt edemedim. Bir de kapının önünde birisi vardı.
Gözlerimi ovuşturarak ne olduğunu, nerede olduğumu idrak etmeye çalıştım. En son bir yerde oturmamızı ve Nilsu'nun bana bağırdığını hatırlıyorum gerisi yok. Oturan iki kişiye baktım. Hala kim olduklarını anlayamadığım iki kişiye. Sonra gözümü affedersiniz şey eden ışığa tekrar baktım "Bunlar kim? Aldatıyor musun beni bunlarla?" dedim. Yandaki iki kişinin sonunda kim olduklarını seslerinden anlamıştım. "Kız! Atlas'ın elinin ayarı yoktur tamam da, hafıza kaybı falan geçirmiş olmasın?" Bu konuşan ses tınısına bakılırsa Arda'ydı. Yanındaki ise büyük ihtimalle Nilsu'ydu. "Yok be abartma," gülerek "Asıl Bilge böyleyse normaldir." dedi tahmin ettiğim gibi Nilsu. Sonunda gözlerimdeki kamaşma gidince bir Nilsu'ya, bir Arda'ya açıklama yapmaları için baktım. Sonunda beni fark eden Nilsu "Ay uyandı!" diyerek Arda'nın kafasını bana çevirdi. "Niye uyudum ki?" dedim.
Ah, doktor bey! Ölüyor muyum yoksa?
He, evet. Kefenimi sen öreceksin iç ses bey. Hayallerim gerçekleşiyor mu yoksa doktor bey? Susar mısın canım? Çok geçmeden Arda cevap verdi "Kafana top geldi ya."
Doğru ya! Biz çardakta otururken Nilsu'nun bağırma sebebi oydu. "Bilge? Bir şey mi oldu? Sen böyle sakin olmazdın? Yoksa top çok hızlı geldi de hafıza kaybı yerine çıldırma hormonlarını mı öldürdü?" Sonradan aklıma her şey oturunca yattığım yerde dikleştim. Kapının önündeki bir kişi değil, birden fazla kişiye baktım. Onlara en psikopat, en sizi şey ettim şimdi bakışlarımı göndererek başımı sağa yatırdım. "Kim attı lan o topu?!" der demez herkes gözlüklüye 'Kaç anam kaç' bakışı attı. Dejavu! Ah, şu dejavuyu Allah bilir daha kaç kez yaşayacağım? Kapının yanında bulunan gözlüklü sıkıntıyla elini ensesine götürdü "Ben atmış olabilirim belki." dedi. Demesiyle sırıtışım bir oldu. Kapının diğer yanındaki kişilere baktım. Sanırım basket oynayan gruptu. Üzerimdeki ince pikeyi sola atıp ayaklarımı aşağıya sarkıttım. Sağ taraftaki ayakkabılarımı giydim.
Ayağa kalkarken Nilsu arkamdan bağırıyordu. Kapının önündeki Atlas'ın önüne geçip gözlerine baktım. "Küçük bir işim var." Dedikten sonra arkamda şaşkın ve anlamsız gözler bırakarak, koridorda koşmaya başladım. Son dersimiz beden olduğuna göre çantası soyunma odasında, diye tahmin yürüttüm. Soyunma odasını bulduğumda hiç tereddüt etmeden içeri daldım. İçeride iki baklavalı insan örneği görmeyi beklemiyordum tabi o anki panikle. Abi siz liselisiniz! Bu baklavalar sizin neyinize!? Silikonla mı yaptınız doğru söyleyin. Katılıyorum iç ses bey. İçeri dalmamla baklavalıları görmem çığlık atmam ve gözlerimi kapamam bir oldu. Elimi gözlerime koydum ve hafif aralık bıraktım. Kız şaka maka gözlüklü sayesinde gözümüz gönlümüz açıldı. Dönek iç ses bey. Terbiyesiz iç ses bey. Haram, bakma! Aralıktan baklavalıları süzerken bana 'Nesin sen geyiğin münasip yeri mi?' bakışları atıyorlardı. Şans eseri (!) ikisininde tişörtlerini çıkardığı ana denk gelmişim. Ve işte ben, Bilge... Kekoluğumla boğuştuktan sonra yenik düşerek "Oo yavrum, kaslar lens mi?" dedim. Dediğimin farkına varınca gözlerimi açıp arkamı döndüm. Derin nefes alıp elimi şey- meme bölgelerini kendi açımdan kapatacak şekilde tuttum. "Ya şey boş verin, unutun siz o dediğimi. Ben şey diyecektim. Hani böyle gözlüklü, yeşil gözlü, benden uzun çocuk var ya... Bunlardan hangisi onun dolabı?"
Biri bana bakıp güldü "Bu boyla ebem de senden uzun." gözlerim bir anda kendiliğinden açıldı. Kısa olmam benim suçum değildi! Tabi bu okulda tüm erkekler uzun olduğu için, biz normal boylu kızları kısa görüyorlar. Ve bu hoş bir şey değil. İnsanlar dış görünüşleriyle yargılanmamalı! "Ben kısa değilim canım, sen hormonlusun." dedim göz devirerek. Ah be keşke dışımdan deseydim! "Dolabı gösterecek misin artık?" diye söylendim. Tişörtünü giydi ve cevapladı "55 numaralı dolap." dedi. Dolabı açtım ve içindeki siyah spor çantasını alıp dışarı çıktım. Bence boyum gayet normaldi. Benden daha da kısa kızlar vardı. Onlar sırık gibi diye bizde sırık gibi olmak zorunda mıyız canım? Okulun koridorundan çıkarken, daha yeni revirden çıktıklarını gördüm. Önden giden gözlüklünün dikkatini çekmiştim. Elimdeki siyah çantayı sallayarak sırıttım ve koşmaya başladım. Arkamdan geldiğini ayak seslerinden anlamıştım. Koşarak okuldan çıkarken güvenlikçiye selam verdim. Uzun bir süre koştuktan sonra kafe gibi bir yerin önünden geçerken, arabanın çarpmasına santimler kalmıştı ki, ani bir hareketle kurtuldum. Adam bize saydırırken onu hiç umursamadan koşmaya devam ettim. Arabanın kornasına basa basa giden adama bakmak için arkamı döndüğümde Atlas'ın nefes nefese bana bağırdığını duydum. "Durmak bilmez misin sen?! Küçük sincap gibisin!"
"Sincap mı? Daha yaratıcı ol!" dedim ve ilk bulduğum yere, opetin marketinin içindeki tuvaletlerine kendimi attım. Normalde opetin kapılarıda sensörlü olurdu. Ama burada yoktu. "Burası çakma opet mi ya?" diyerek kapıyı tuttum. Tuttum, çünkü bu psikopat. Buraya da girebilir. Neyse ki lavaboda kimse yoktu. Tam kapıyı kapatacakken ani bir hareketle kapının arasına girdi. Nefes nefese bana baktı. "Küçük sincap dedik bir de ya.. O kadar da küçük değilmişsin." dedi. Benim işim buraya kadardı, diye düşünüp çantayı ona fırlattım. Her zamanki tavrımla "Buyur buyur gir içeri." dedim ve kapıyı açtım. "Niye tuvalete girdin ki? Çantama mı işeyecektin yoksa?" dedi dalga geçercesine. Omzuna yumruk atıp "Mal!" dedim ve lavabodan çıktım. Bileğinden tutup dışarı çıkardım "İki dakika bekle." diyip içeri geri girdim. Opetin şu meşhur, yolculuktaki her çocuğun girdiği ama çok pahalı olduğu için annesinin bir bağırmasıyla hiç bir şey alamadığı marketine girdim. O kadar koştum, bu kadar kaloriyi boşuna vermedim değil mi?
Gidip iki tane Cornetto aldım. Para üstünü alıp gözlüklünün yanına gittim. Elimdeki dondurmalardan birini uzattım. Tam alırken teşekkür etmek için ağzını açmıştı ki, ondan hızlı davrandım. "Asıl ben teşekkür ederim," paketi açıp elimi cebime attım "Bu da paranın üstü. Tam kalmamış da, bozuk verdi." dedim sırıtırken. Buna karşılık sırıttı ve tam ısıracağım dondurmanın altından vurdu ve tüm dondurmayı suratıma bulaştırdı. Sırıtmam yüzümden kesilmemişken kendime güldüm. "Allah seni ıslah etmesin gözlüklü, dondurmaya yazık oldu!" Aklıma bir şeyin gelmesiyle ona döndüm "Sensin küçük değil!" dedim. "Ne?" dedi tek kaşını kaldırarak.
"Hani hiç de küçük sincap değilmişsin dedin ya.." dedim anlamasını bekleyerek. "Oha." dedi gülüp "Bu kadar etki bıraktığımı bilmiyordum." işaret parmağını havaya kaldırdı ve aklına bir şey gelir gibi oldu "Senin jeton yeni düştü!" ters ters bakıp elimdeki dondurmayı ona karşılık suratına çarptım. "O jeton münasip bir yerlerine girmesinde," dedim.
Neyse ki, cebimde hep bulunan buruşuksa sümüklü, değilse temiz olan peçetemi çıkardım. Buruşuk değildi. Hemen yüzümü temizledim ve yürümeye başladım. Hemen arkamdan geliyordu. Her ne kadar gitmeye üşendiysem de, nasıl geldiysem öyle gidecektim. Tabisi koşmadım saçmalamayın.
Okula gidince soru yağmurlarına tutulacağımı biliyordum. Ama yine de ayaklarım benden habersiz okula doğru ilerledi..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uçamayan Balon
HumorWATTPAD'DE İLK VE TEK Uçamayan Balon ADLI KİTAPTIR! KOPYASI ÇIKARILAMAZ! • Bu kitaptaki bazı olaylar ve kişiler, kendi gerçek hayatımızdan alıntıdır. ○○○ Küçücük, üç saniyelik bir tebessüm onların ömür boyu kahkaha atmasına en güzel yolu aç...