Hangi insan ilk doğduğu anı an be an yasayarak hatırlar. Ben hatirliyorum... Hayatim annemin ben küçükken devasa gördüğüm aslında küçücük salonumuzda sabah 5.30-6.00 sularinda '' evimin direği gitti'' diye haykırışıyla başladı. Ve o gun yeni bir hayat icin doğdumun resmiydi aslında o haykırış. Babam... Babamız, annemi daha 30'unda dul benle birlikte 5 kardeşimi yetim bırakıp ölmüştü. Annem sinir krizleri geciriyordu yasim on (10)du. Etrafim baban öldü ağlasana deyip çocuk aklıyla bundan prim çıkaracağımı düşünen arkadaşlarım vardı. Herkes feryat figan abilerim, ablam, yengem, teyzelerim, anneannem, amcam, oğlunun ölümüne ağlayamayacak kadar hasta olan dedem herkes bağırıyordu. etrafımdaki insanlar ezelden beri bu kadar iyi miydi ? Ben mi gözlerime inanamıyordum olanlara? Kimsenin iyi olduğu falan yoktu! Aslında herkes benle kardeşlerime bakıp ayrı anneme bakıp ayrı acıyorlardı. Okul müdürüm dahil hayatimda hic görmediğim evimizde nefes alinmayacak kadar dolup tasan insanlar...bunlarda neyin nesiydi? Ne oluyor demeye kalmadan küçük kardeşimin anne diye ağlaması ...Ne garip degil mi? Etraftaki tanidik tanimadik herkes babam icin ağlarken 6yasindaki kardesim anne diye ağlıyordu ...Babam yatak odasindan boş denilebilecek bir odaya alındı ve o odaya su sabun ve beyaz çarşaf taşındı. Etrafta olan biteni anlamaya çalışırken birden kopan feryat az önce babami götürdükleri odadan beyaz çarşafla çıkardıkları an buyuk bir ayaklanma ile oraya doğru sürükledi beni. O an beyaz çarşafın kefen, babamin gittiği yerden ayaklanip dönmeyeceği kadar buz kesmiscesine beyazlamis ayaklarını görmemle beraber kalabalığın beni savurmasıyla kendimi yerde buldugum an anladim. Sonra ne mi oldu...yeni bir hayatin kollarinda buldum kendimi...yeni bir hayat yeniden doğmak değil midir sizce? Onayladiğinizi hissediyorum şuan. Yeni doğumlarda neler olur hepimiz biliyoruz degil mi?Normalde Akrabalar toplanir, bol sohbet ve hediyeli en onemlisi bol duali bir ortam olusur. Ben kendi dogumumda hepsine sahit oldum. Tum ailem hatta soyagacimizi olusturan sulalemiz bir odada toplanmis konusuyorlardi. Fakat iclerinden biri var ki ilk defa bu simayla karsilasiyordum. Sonradan ogrendimki teyzemin arkadasi olan bu bey benim hatta kardesimin hayatinin yegane hediyesi olan seyi annem ve tum aileyle paylasmak hatta duayi esirgemeyip bizim gelecegimizle alakali memur olacagimizi garanti bir isler oldugunu durmadan ifade edip duran ilerde tum duygularimin katili olan adamdi.aradan aylar gecmisti ablam ölmüş babamin güya vermiş olduğu sözle annemin dayisinin oğluna 16 yasinda iken bir hafta icinde nikahlari bile kiyilarak verilmisti. Simdi kimbilebilir ablamin neler yasadigini daha çocukken olgun bir gelin sifati taşıma ağırlığını, nasil bir yuktur acaba hiç düşündünüz mü ? Ben düşünmedim hiç ... aslinda açık konuşmak gerekirse hep düşünmekten korktum. Empati denen meret vardir ya hani hep kendimizi mağdur olan insanin yerine koymamiz gerektiğini vurgulayan kelime ha işte o! Aslında iğne battığı yeri acıtır. Baskasi kendisine aynı yere aynı iğneyle batırmadan anlayamaz...anlamakta istemez zaten çünkü vereceği aciyi tahmin edip iğneyi batirmaya çekinir ... simdi ne demek istediğimi anladiniz mi? Ablamin cektigi acilari bile bile onu düşünmekten çekiniyor ve annemin aslinda ilerde vermis olduğu bu kararin bir felaketle sonlanmasindan korkuyordum...
Ablam artık evli bir çocuk, annem dul, ben ve geriye kalan diğer üç kardeşim bundan sonra etrafımızdaki herkesin bize acıyan gözlerle baktığı birer yetimdik. Bundan sonra okulda sosyal hayatta '' annen ve baban ne iş yapıyor? '' cevabıydı '' annem ev hanımı, babam öldü '' cümlesi. Peki size kim bakıyor sorusu hemen akabinde gelecekti tabiki! Hakikaten bize kim bakıyordu? '' hımmm şey abim fotografçıda çırak o bakıyordur heralde '' miydi bu sorunun cevabı? Yoksa '' şey komşular sağolsunlar bize yemek getiriyorlar mıydı? '' Ne ben ne de kardeşim Levent bu soruların cevabını verebilecek yaşta değildik. Zaten gelen geçen başımızı okşayıp, elimize para sıkıştırdıktan sonra kimse bize soru sormamaya çalışıyordu o dönemde. Ha ufak bir dipnot geçmeden olmaz! Babasız kaldığımız veya yetim olmanın ne demek olduğunu bilmediğimizden bu durum benim hoşuma gitmiyor değildi. Hoş o paraları da annem bizden alır, '' paraya ihtiyacımız var. Yemek yapacağım '' deyip, elimize bir sakız parası denecek kadar parayı bırakır, sonra da bir köşede annem paramı aldı diye ağlardım. Sonra bu harçlık işlerinin çakalı olduğum bir dönem vardı ki okulda karun gibi dolaşıyorum varya ;) Taktik şu! Abim annemin elimden parayı aldığını çok iyi biliyor o dönemler abim 17sinde falan bende 10 yaşkarındayım. Abimin çırağı olduğu fotoğrafçıya gidip '' abi okula gidiyorum, evde birşey yemedim anne de para vermedi'' dediğim an hemen 5 türk lirası avucumun içinde oluveriyordu. Ordan hemen okulun bitişiğinde çaycılık yapan amcamın yanına gidip aynı hikayeyi patlattığım an hooop bir beşlik de ordan koparıyodum. Of be ilkokul öğrencisi için 10 tl ne demekti o zamanlar varya bütün sınıfa simit ısmarlıyabilirdim o parayla artık siz ordan hesap edin. Ki zaten ona yakın birşey de yapmıyor değildim. 10 kişilik bir tayfamız vardı. Artık ilkokulda nasıl tayfa olunuyorsa okadar tayfaydık yada ben öyle zannetmişim. Bir ay boyunca ben abimle amcamdan eee birde yetim olduğumu bilen çevreden gelen paralarla ben bunlara her gün bir izzet-i ikram yapıyorum abi yok öyle birşey! Kantinden ne istiyorlarsa alıyorum. Tabi bu dönem genç Osman'ın tahtan indirilmesinden daha kısa sürdü. Çünkü benim valide sultan hergün abim ile amcamdan para kopardığımı duymuştu. Bir dayak yemişim varya... Of anam of! Cümle aleme ibret olsun diye böyle kemerle bir daha değil 5 lira 5 kuruşa el sürmemeye ahd etti.
Çok değil babamın ölümünden 3 ay sonra bir gün okuldan dönmüşüm tam böyle takım elbiseli ellerinde dosya olan iki adam evimizin sağını solunu inceleyip, anneme bir sürü soru sorup, not aldıkları deftere birşeyler yazıp çıkıp gittiler. Tabi ben hiç bir şey anlamadım bu durumdan akşamı yine aile meclisi bir odada toplanmış, biz salonda oynarken kardeşimle annemin ağladığını duydum. Kardeşim Levent oyununa devam ederken ben içerde çaktırmadan konuşmaları dinlemeye koyuldum. Lakin on cümleden anca üçünü anlayabiliyordum. Yine o babam yeni vefat ettiği dönemlerde gelip sülaleme'' çocukları verin gelecekleri garanti memur olurlar en azından hayatları kurtulur'' diyen adam baş köşede oturmuş, anneme aynı cümleleri tekrar ediyordu. Herkes anneme '' gider gelirsin, orada çok iyi bakıyorlar. Hem arada izinli de veriyorlar '' gibi bir takım şeyler söylüyorlardı. '' Yahu'' dedim, çocuk aklımla! Kimi kime veriyorlar? Daha iyi bakan kim? İzne veren kim? Çocuklar dedikleri kimler? Yeni jenerasyonun dediği gibi '' kafamda deli sorular :) '' Yaş 11e dayamuştı artık. Ablaydım ben. Bunları çözmem gerekti. Ve ben naptım? Çözemedim. :) Amannnnnn, ne çözeceğim be! Beni sokakta bekleyen arkadaşlarım, tasolarım, bilyelerim, gazoz kapaklarım, peşine her yaz takıldığımız sinek kaçırmak için duman püskürten araç, çalınıp kaçılması gereken bir sürü zil vardı. Her gün eli yüzü çamurlu eve geldiğim için bir araba dolusu sopa yemişliğim de olmazsa olmazımdı. Hani o zamanlar çıksaydı bu '' Omo ile kirlenmek güzeldir!'' Sloganı. Yediğimiz dayaklar yanımıza kar kaldı yeminle. Şimdiki çocuklar Omo'ya çok şey borçlu bence :)
Bir eniştem vardı benim. Teyzemin kocası adı da Abdullah. Adıyamanlı yanlış hatırlamıyorsam da yakışıklı birşeydi. Ne zaman onlara misafirliğe gitsek şakalaşma esnasında birden sinirlenir, zazaca konuşmaya başlardı teyzemle. Biz gittikten sonra teyzemin ogün dayak yiyeceğini ben o yaşımda bile artık öğrenmiştim. Teyzemi hamile olduğu anlarda bile dövüyordu bu herif! Nasıl bir bilinçse teyzem ona kör kütük aşıktı. Kocam da kocam! Başka bir şey çıkmazdı ağzından. Velhasıl okullar tatil olur olmaz teyzem bu enişteme belirli bir meblağ verip beni eniştemle Mardine gideceğim konusunda bilgilendirdi. Ama ne için gidiyorum onu bilmiyorum. Biz gittik Mardine oturduk bir lokantada birşeyler yedikten sonra yağmur bastırdı. Eniştem de sağolsun bir hırka aldı bana ve bir yeri sora sora o yöne doğru yürümeye başladık. Sonra küçücük boyumla devasa büyük görünen bir binanın önünde durduk. Çok uzun bir şeyler yazıyordu tabelada ama aklımda kalan tek şey Musa CİHANER isim ve soyisim olmuştu. '' Kim be bu Musa CİHANER acaba'' dedim kendi kendime. Belli ki bu koca binanın sahibiydi. İçeri girdik. Eniştem kapıda bir görevli ile konuştuktan sonra bizi kapısında '' Müdür'' diye yazan bir odaya yönelttiler. Bir kadın ve bir adam karşılıklı oturup bana bakıp bakıp durdular. Sonra kadın (belli ki Müdür kadının ta kendisi idi) adama dönerek '' sen çocuğa kalacağı grubu dolaştır''deyip, beni odadan çıkardıktan sonra eniştemle birşeyler konuşması gerektiği fakat ben o ortamda olduğum için konuşamadığı sinyalini verdi yanındaki adama.