Gerçekten mi o mu yani neden bir arabayı hayranlık ile süzmek isterken onu görüyorum. Yani bunun hiç adil bir yanı yok. Gerçekten.
“öyle bakmaya devam edecek misin?” o müzikleri andıran ses tonuyla konuştu.
“neden buradasın?”
“istemediğim kesin ama elise seni almamı istedi.”
“o nerde ?”
“evde tamam mı ? şimdi bin şu arabaya da gidelim.” Biraz daha konuşmasına izin vermeden bindim. Ah elise seni elime geçirdiğim an etlerini liğime liğme edeceğim. Sonrada onları köpeklere büyük zevkle yedireceğim. İçimde beyaz deriye zarar vermek istemeyen bir yan vardı. Sanki kendimi bu arabaya oturarak ona haksızlık yapıyormuşum gibi bir his vardı.
“neden böyle oturuyorsun?” o konuşmasa gitmeye başladığımızı fark etmemiştim. Durun benim le mi konuştu?
“nasıl oturuyorum.” Bir anlığına gözlerini üzerime dikti.
“sanki yapmaman gerek bir şeyi yapmışsın da kaçarken yakalanmış gibi.”
“bunları oturuş şeklime bakarak mı söylüyorsun?”
“evet.” Gayet kesin ve net. Başka bir şey yok sadece evet. Sanki beni tanıyor. Aptal.
Ben konuşmayınca o konuşmaya başladı.
“yapmamız gereken bir ödev var.”
“ne yazık ki” diye mırıldandım duyamayacağı bir şekilde. Görünüşe bak ki yanılmıştım. Gözlerini bana dikmişti.
“ne var ?” dedim umursamazca. Bir şey demeden önüne döndü. Dar sokaklardan geçip geniş bir yola çıktı. Pek fazla araba yoktu.
“hiç değişmemişsin…” ne alaka diye geçirdim içimden ama ağzım farklı bir şey söylüyordu
“hı?” bu kadar.
“sadece geldik diyordum.” Man kafa sanki ne dediğini duymadım. Aptal. Gözlerimi ondan alıp eve diktim. Tanrım bu da nesi? Önce bu araba sonrada bu ev mi? Tamam ben buna binip bu beyaz deriye oturup bu eve girecek kadar ne iyilik yaptım ki?
Arabadan inip evi kesmeye başladım. ağzım açık tabi bu arada.
“ağzındaki salyaları topla beni iğrendiriyorsun.” Kulaklarıma inanamadım. Bu nasıl bir insandı? Duygusuz bencil. Kapının önünde durmuş içeri girmemi bekliyordu. Onu umursamadan yanına gittim ve eve girdim. Geri zekalı dedim yanında geçerken. Ama bir şey demedi. İçeri girdiğimde ağzım bir kez daha yerinden oynadı. Burası cennetti. Nasıl bir evdi bu? Kendimi satsam şu vazoyu alamazdım. Ağzımı toplamaya çalışırken ona baktım.
“elise nerede?”
“not bırakmış yarım saat sonra burada olacak.” Ne ne diyor bu yarım saat dah bu aptalla aynı evde mi duracaktım? Bu tamamen haksızlık. Ona baktığımda merdivenlerden çıkmaya başlamıştı.
“hey nereye gidiyorsun?”
“sana ne ?”
“peki, ben ne yapacağım?” bana dönüp ifadesizce baktı.
“bilmiyorum. Şimdi beni rahat bırak” dedi ve bana bakmadan yukarı çıktı. Ben ne demiştim şimdi? Bu çocuğu boğma hissi vücudumu kemiriyordu. Beyaz kanepeye oturdum ve başımı geriye attım. Ben ne yaşıyorum böyle ya yok yere bu geri zekâlının sözlerini çekiyordum. Hayatımda hiçbir şey yokmuş gibi. Gözlerimi sıkıca yumdum. Neden? Neden böyle olmak zorundaydı ki? Neden bende diğer insanlar gibi değildim? Aklımda bir soru daha vardı ve onu alacaktım. Ayağa hızlıca çıktım. Merdivenlerden ikişer üçer çıkarken hangi odalara bakacağımı düşünüyordum. Bir kapıyı hırsla açtım fakat misafir odasıydı. Bir diğerinde kitaplar vardı. Binlerce kitap… En sonunda bir kapıyı açtığımda onu gördüm. Pencerenin önünde oturmuş dışarıyı izliyordu. Sanki beni bekliyormuş gibi hiç dönmedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LANETLİ ÖPÜCÜK
Romantizmlanet... kendi türü yani vampir türünde istisna olan rainy....o diğer vampirlerden farklıydı ama nathan'a olan aşkı yüzünden lanetleniyor ve şimdi o gene bir insan... peki aşkına kavuşmak için laneti çözebilecek miydi? işte bu biraz zor olacak çünkü...