Arada Kalanlar

113 7 5
                                    



"Bir zamanlar sevdiğim adam olamazsın Anton!"

Boğumlu, tombul parmakların sıkıca kavradığı kolunu öfkeyle çekti. Siyah saten eldivenleriyle tuttuğu, kenarları beyaz dantel işlemeli mendiliyle gözlerindeki yaşları silerken, taş merdivenleri hızlıca inmeye başladı Claris. Dört adet kızıl-kahve atın bağlı olduğu, siyah desenlerle süslü at arabasının açılan kapısından lacivert eteğini toplayarak geçip, gözyaşlarına boğulmadan önce içindeki koltuğa oturdu. Araba hareket etmeden belki dakikalar önce tepesine konan, beyaz kargayı hiç kimse fark etmemişti.


O gün sanki Claris'in acısına şahitlik eder gibi gökyüzünde saatlerdir sessizce bekleyen gri bulutlar ağlamaya başladı. İlk damla, beyaz karganın tam kafasına düşüp gagasına doğru süzüldü. Araba hızla yoluna devam ederken hiç istifini bozmadan dakikalarca yağan yağmurun altında seyahat etti beyaz karga. Claris'in hıçkırığını saklamak istercesine gök gürledi, karga silkelendikten sonra kanatlarını kocaman açarak göğe uçmadan önce, sadece bir defa gakladı. İşte tam bu andan sonra yağmur on bir gün, on gece durmaksızın yağdı. On birinci günün sabahında sanki gökyüzündeki nehirler taşıp yeryüzüne iniyordu. Ahırlarındaki atlar dışarı çıkmak istemiyor, ağaçlar boynunu eğiyor, tek bir kuş bile görünmüyor, insanlar ölecekleri korkusuyla evlerinde inandıkları Tanrıya dualar gönderiyor, çocuklar yorganlarının altında titreyen camların yarattığı seslerden kaçmaya çalışıyordu. Yağmurun dindiği gece ansızın duyulan bir uğultu insanların daha sesli dua etmesine neden oldu. Pencerelerden içeri giren şiddetli rüzgâr, tüm evlerde yanmakta olan kandilleri, şömineleri ve mumları ardında siyah bir duman bırakacak şekilde söndürdü.

-----------------------------------------------------------------------------------

Hayatında herkes, en az bir defa çeşitli hikâyeler dinlemiştir büyüklerinden. Elizabeth de bu hikâyelerden çok fazla dinlemişti, yatağının içinde tir tir titrerken. Büyüdükçe anlatılan her şeyin koca bir yalandan ve uydurmadan ibaret olduğunu öğrenmişti. İnsanlar korkularının da etkisiyle sürekli kafalarında bir şeyler yazıp, daha sonra bu yazdıklarını çevrelerindeki insanlara sanki gerçekmiş gibi anlatıyordu. Belki de bu sebeple, Elizabeth ne zaman bir parkın köşesinde hikâye dinleyen bir çocuk görse, içten içe gülümserdi.

Kafasındaki düşüncelerle yürürken, birden içinden bir ses ona durmasını söyledi. Sağında, gösterişli bahçeye sahip olan, gri büyük taş parçalarından yapılmış oldukça büyük bir ev vardı. Bahçenin yola açılan beyaz boyalı demir kapısının ardından, bahçede çay partisi veren süslü kadınları izliyordu meraklı gözlerle. Arkasında birinin varlığını hisseder hissetmez olduğu yerde döndü. Karşında gözleri en az gözbebekleri kadar siyah olan bir adam ona bakıyordu gülümseyerek. Kahverengi saçlarındaki küçük dalgalar, esen hafif rüzgârla birlikte sanki dans ediyordu.

Adam, yüzündeki gülümsemeyi daha da büyüterek beyaz kapıyı araladı ve masaya doğru yürüdü, Elizabeth'in hayran bakışlarının altında. Bir an olsun ona bir şey diyeceğini sanmıştı. Siyah gözlü adam masaya ulaştığında, sarı bukleleri sırtının ortasına kadar ulaşan, gördüğü kadarıyla açık yeşil gözleri olan bir kadını dudağından öptü. Genç kadının mutluluğu tüm çehresinden okunuyordu. Küçük bir kız çocuğunun sesiyle irkildi Elizabeth.

"Af edersiniz?" Bir gözü sallanan küçük ayısını arkasına saklayarak devam etti. "Siz de çay partisine gelen bayanlardan mısınız?"

"Hayır, tatlım." dedi yüzünde sevecen bir gülümseme olduğunu umut ederek.

Fantastik ÖykülerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin