"Atla" Çocuğun gözlerinde ki umut ışığı tamamen saftı. Arabaya binip çantasını kucağına aldı ve kapıyı kapattı.
"Tanıyorsun onu demek, gerçi annem kime sorsan tanır demişti ama bu kadar kolay olacağını bilmiyordum. Onu çok küçük yaştan beri merak ediyorum biliyor musun? Nasıl biri? Annem çok iyi biriydi dedi. Öyle mi cidden? Sahi sen nereden tanıyorsun onu?" Durmadan konuşuyordu, cevaplarını almadan sorular sormaya devam ediyordu. İlerde ki sahil kenarında olan kafenin önünde durdum.
"İn" Çocuk çantasını arabada bırakıp peşimden indi. Siyah pantolonu, siyah gömleği, kahverengi dağınık saçları ve kahverengi gözleri vardı. İçimden bir ses bu çocuğun tamamen saf duygularla yanımda olduğunu söylüyordu.
Kafenin balkon kısmındaki küçük masalardan birine oturduk. Garson başımızda dikiliyordu.
"Aç mısın?" Diye sordum gözlerine bakarak.
"Aslında bakarsan evet, fazla açım" Kafamı salladım.
"Neapolitan pizza ve elma dilimli patates kızartması istiyoruz. Yanına da kola, gazoz ve fanta karışımı yapıp getirin. Bana da aynılarından" Garson siparişi aldıktan sonra arkasını dönüp gitti. Karşımdaki çocuğa baktım.
"İsmin ne senin?" Diye sordum.
"Tyler arkadaşlarım genelde Ty der. Senin ismin ne?"
"Allison" Kaşlarını kaldırıp kafasını aşağı yukarı salladı.
"Nereden tanıyorsun Tad'i?"
"Benim nereden tanıdığım değil, senin onu neden aradığın önemli" Bakışlarını kaçırdı.
"Kapatılması gereken bir hesabımız var" Dedi sakince.
"Nasıl bir hesap?"
"Bunu ona anlatacağım, sana değil kusura bakma"
"Peki, ona anlatırsın" Sözüm bittiğinde garson siparişlerimizi getirmişti. Bir daha bir şey konuşmadık ve yemeğimizi yeyip kalktık. Arabaya binip sürmeye başladım. Az önce sorular soran dur durak bilmeden konuşan çocuk şimdi sadece dışarıyı izliyordu. İstediğim yere gelince durdurdum arabayı. El frenini çekip anahtarı yerinden çıkarttım. Şaşkınca etrafına bakıyordu.
"Tad'in yanına gitmeliyiz" Dedi gözlerime bakarak.
"Gideceğiz, sözüm söz" Dedikten sonra gülümsedim. Kapıyı açıp aşağı indim. Benimle birlikte oda indi. Aynı anda kapıları kapatıp peşimden gelmeye başladı. Mezarlığın içinde biraz dolaştıktan sonra Tad'in mezarına geldik. Mezar taşının başına geçip Tyler'a baktım. Gözleri dolmuş bir şekilde yavaş yavaş mezara yaklaştı.
"O... Öldü mü?" Sesindeki çaresizlik içimi sızlattı. Dudaklarımı birbirine sertçe bastırıp kafamı salladım.
"1 Ay önce kaybettik"
"Bu nasıl olur... Söz vermişti. Gelip seni göreceğim, konuşacağız bunları demişti. Gelmediği için son sözünü uygulamak istedim..." Dizlerinin üzerine çöktü. Elini toprağa değdirdi.
"Son sözü neydi?"
"Ben sana gelmezsem sen bana gel demişti" Acıyla gülümseyip yanına gittim. Bende onun gibi yere çöküp elimi omzuna koydum.
"Sen onun oğlusun değil mi?" Dolmuş gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Ağlamasına hıçkırıklar da karıştığında kafasını boynuma gömüp bağırmaya başladı.
"Evet! Ben onun yıllar önce terk ettiği oğluyum!" Eliyle deri ceketimin yakasını sıkıyordu. Göz yaşları tişörtümü ıslatıyordu ama bunu dert etmiyordum. Onun bir gün geleceğini biliyordum. O bana Tad'in emanetiydi. Yıllar önce annem nasıl beni Tad'e emanet ettiyse, Tad'de onu bana emanet etmişti. Her ne kadar bunu dile getirmeden gitmek zorunda kalsa da, ihtiyardı bu... Avucumun içi gibi biliyordum onu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çete 2 || Küllerinden Doğuş
FanfictionLondra'dan çok uzun bir zaman uzaklaşmış bir genç kız. Bir zamanlar şehir efsanesi olan bu genç kızı, en sevdiği şehirden ne uzaklaştırır? Aklınıza direk bu soru geldiyse eğer dostlarım, üzgünüm doğru soru bu değildi. Bir zamanlar şehir efsanesi ola...