"B-bırak beni. L-lütfen. Lütfen bırak istediğin her şeyi veririm ama bırak beni."
İnce dudaklar sağ tarafa kıvrılırken koyu gözler şehvetle ışıldadı.
"Her şeyi mi? Emin misin?"
"E-evet eminim."
"Sen bilirsin."
****************************
"Yine mi sen? Senden kurtulamayacak mıyım ben? "
"Eee ne yiyoruz? Açlıktan öleceğim."
"Zıkkımın kökünü ye!"
"Sen yaparsan neden olmasın."
Salaklığı karşısında gözlerimi devirip ayağa kalktım.
"Hey! Nereye?"
"Sanane."
Ceketimi üzerime geçirip telefonumu ve cüzdanımı aldım. Bir şey yemediğim için direk çıktım kafeden. Yüzüme vuran soğukla ceketime iyice gömüldüm. Ellerimi cebime sokup yürümeye başladım. Hava soğuk olduğu için inin cinin top oynadığı sokakta kızarmış burnum, kulaklarım ve yanaklarımla büyük bir zevkle yürüyordum. Tahminlerimde yanılmıyorsam ,ki ben genelde yanılmam, birazdan toprakla buluştuğunda burnuma dolan kokusuna aşık olduğum yağmur bulutlardan intihar edecekti. Sanırım hayatımda gördüğüm en güzel ve anlamlı intihar buydu. Yoksa neden bıkmadan usanmadan sürekli bunu yapsınlardı ki? Bazen ben de bir yağmur damlası olmak istiyordum. Çünkü eminim şu anki hâlimden kat kat daha fazla mutlu olacaktım. Canım sıkıldığında güneşe bir göz kırpar beni yukarı çekmesini sağlardım. Çıkarken kendime edindiğim arkadaşlarımı bulutlardaki evime davet ederdim. Yukarıda hava soğuk olacağı için şömineyi yakar onlara sıcak çikolata ikram eder ve kendi ellerimle ördüğüm battaniyelerle sıkıca sarardım. Çok sevecen ve arkadaş canlısı olduğum için gün geçtikçe arkadaşlarım çoğalacak ve artık eve sığmayacaktık. İşte tam o zaman gelmiş geçmiş en büyük partiyi düzenleyip çılgınlar gibi eğlenecektik. O kadar büyük bir parti olacaktı ki evinde oturmuş huysuz dedikoducu yaşlı teyzeler bile görüp duyacaktı bizi. Ve gecenin sonunda el ele tutuşup hep beraber çığlık çığlığa intihar edecektik. Ve ben gidip küçük bir çocuğun alnına minik bir buse konduracaktım.
Hayallerimle beraber oluşmasını engelleyemediğim tebessümüme gölge düştüğünde şaşkınlıkla kafamı kaldırdım. Tam başımın üzerinde kırmızı bir şemsiye duruyordu. Yana dönüp baktığımda gözlerimi devirdim.
"Hiç bıkmak bilmez misin sen?"
"Bıkmam için geçerli bir sebep yok."
Omuz silkti gülümserken.
"Seni terslemem, hakaret etmemde mi geçerli bir sebep değil?"
Kısık sesle kısa süreli bir kahkaha atıp gözlerimin içine baktı.
"Bu sadece sana daha fazla aşık olmamı sağlıyor."
Söylediği şeyle adım atmayı durdurdum şaşkınlıkla. O da şemsiyenin altında tam karşımda durdu gülümseyerek.
"Delirdin mi? Sana hakaret etmem nasıl aşkını körüklüyor acaba?"
Bir adım yaklaşıp kafasını biraz daha eğdi. Ben de kaldırmak zorunda kalmıştım.
"Sesini duymam yetiyor aşkımın büyümesi için. Ne dediğinin beni sevdiğini söylemediğin sürece bir önemi yok."
Şaşkınlığımı gizlemek için alaylı bir ifadeye büründüm.
"O zaman sözlerimin sonsuza kadar senin için bir önemi olmayacak."
Bu sefer alaylı bir ifade takınan oydu.