''Maçın başlamasına daha iki saat var. Acele etmenize gerek yok.''
Her zamanki gibi dediğimi kimse takmadı. Hepsi, Lisa bile, büyük bir koşuşturmaca içindeydi. Onlara yetişmeye çalışırken bağcıklarım açıldı. Önümde iki seçenek vardı. Ya bağcığımı bağlayıp onlardan geride kalacaktım ya da onlara yetişmek için düşmeyi göze alacaktım.
Yavaşlayarak bir kenarda durdum ve bağcıklarımı bağladım. Kafamı kaldırdığımda etrafta kimse yoktu. Gittikleri yöne doğru hızlı adımlarla yürüdüm ancak onlardan hiçbir iz kalmamıştı. Bilmediğim bir yerde kaybolmak gibi bir amacım olmadığı için daha fazla ilerlemeden bulunduğum yerde durdum.
Cebimden telefonumu çıkardım ve Lisa'yı aramaya çalıştım. Ancak telefonu kapalıydı. Sırayla herkesi aramayı denedim fakat hiçbiri telefonunu açmıyordu.
Hava çoktan kararmıştı, dışarısı tehlikeliydi. Biletim bende değildi ve sessizlik iyice korkutucu olmaya başlamıştı. Geldiğim yerden geri dönerek caddeye çıkmaya çalıştım. Geçtiğim her sokak daha da sessizleşiyor, karanlıklaşıyordu. Sakinleşmek için içimden asal sayıları sayarken sonunda ışıkları gördüm. Koşarak caddeye çıktım ve taksi beklemeye başladım.
Daha erken olmasına rağmen cadde oldukça tenhaydı. Yaklaşık beş dakika sonra bir taksi durdurmayı başardım. Kaldığımız otelin ismini söyledim ve arkama yaslandım. Beni unutmaları çok anlamsız geliyordu. Açıkçası kırılmıştım. İçimden söylenirken taksi otelin önünde durdu. Parayı ödedim ve taksiden indim.
Telefonumu kontrol ettiğimde Luke'un üç kere aradığını ve bir de mesaj bıraktığını gördüm. Normalde bu sinirle telefonumu kapatır ve meraktan delirmesine neden olurdum. Ancak bugün onun için önemliydi, hayalini kurduğu maçtaydı. Onun keyfini kaçırmak yerine otelde olduğumu belirten bir mesaj attım.
Aklımı dağıtmanın en güzel yolu kitap okumak gibi görünüyordu. Elime rastgele bir kitap aldım ve sayfaları çevirdim. Ancak her kelimede beni unutuşları akıma geliyordu. Düşüncelerimde boğulmamak için gelirken hazırladığım gezilecek yerler listemi karıştırdım. Gidebileceğim en mantıklı yer Central Park olarak gözüküyordu. Kapanmasına saatler vardı. Yanıma hırkamı ve telefonumu alarak odadan çıktım.
Central Park'ın hayallerimde büyük bir yeri vardı. Belki de bunun nedeni Madagaskar çizgi filmiydi. Küçükken sıkılmadan aynı filmi defalarca izlerdim. Hala karakterlerin isimleri aklımdaydı. Skipper, Kowalski, Rico ve Private her zaman favorimdi. Ve bir de beni her zaman güldürmeyi başarabilen Kral Julien.
Central Park'ın oksijen dolu havasını içime çekerken huzurlu hissediyordum. Hayallerimden birini daha gerçekleştirmiştim. Her adımımda içimdeki o güzel his büyüyordu. Havanın kararmış olması manzaraya ayrı bir güzellik katıyordu.
Satıcıdan sosisli sandviç alıp gölün karşısındaki banklardan birine oturdum. Uzaktan gelen kuşların sesi eşliğinde keyifli bir şekilde sandviçimi yemeye başladım. Elimdeki haritadan gideceğim yerleri işaretledim. Kafamı kaldırdığımda gölün üstünde parıldayan şeyler gördüm. Biraz daha dikkatli baktığımda gördüğüm şeylerin ateş böcekleri olduğunu fark ettim.
Manzara beni mayıştırıyordu. Eğer oturmaya biraz daha devam edersem geceyi bu bankta geçirecektim. Aslında güzel olabilirdi ancak tehlikeliydi. Kendimi zorla kaldırdım ve karşımdaki güzel doğaya bir kez daha baktım.
Daha fazla dolaşmam kaybolmama neden olacaktı. Lisa ve çocuklarla burayı bir kez daha ziyaret edeceğimiz için fazla üzülmeden Central Park'tan çıktım. Zaten bana yetecek kadar şey görmüş, duymuş, hissetmiş, koklamış ve yemiştim. Gece yatarken yüzümde büyük bir gülümseme olacaktı.