Bu bölümü bana çoook güzel kapak tasarımları hazırlayan (ve kararsız bıraktığından dolayı hâlâ değiştiremediğim) Xeacls'a ithaf etmek istiyorum, tekrar çok teşekkürler! :<
Aku:
Fakat yine de ağzının henüz keşfetmediğim her noktasını keşfetmek istiyordum. Ve derine, daha da derine gitmek...
Nefesi almakta artık zorlanmaya başlamış olmalıydı ki altımda çırpınmaya başlamıştı. Bir süre sonra da etrafta duyulan sık ve hırıltılı nefeslerin arasına ufak iniltiler eklenmeye başladı. Ah, bu onun
sesiydi...---
"Aku-kuuuuun!~ Eğlencenizi böldüğüm için çok üzgünüm fakat neredeyse siz başladığınızdan beri burdayız ve... Dürüst olmam gerekirse bu... Sıkıcıydı." dedi enerjik sesin sahibi esneyerek, ve sonra devam etti:
"Bu hâle geldiğini görmek üzücü sanırım... Oysaki biz ne kadar da çok eğlenirdik... Bu bedende bıraktığın izleri hâlâ saklıyorum, hehehe.~ Her neyse... Ne kadar süredir biricik sevgilini görmüyorsun acaba?" sesin sahibi iç çekti. "Bir bakalım... Bir ay? Belki de iki? Yoksa üç mü? Ah... Beni hiç mi özlemedin?"Bu sesi tanıyordum. Bu oydu. Sabah Yıldızı adına, o burda ne yapıyordu? Şimdi sırası değildi. Aylardır birbirimize ihtiyaç duymamıştık ve şimdi de bir sebep yoktu, bütün bunlar çok garipti. Fakat daha da garip olan enerjisini hissetmemiş olmamdı. Normalde biz normal olmayanlar birbirimizin enerjisini hissedebilirdik. Şeytanlar şeytanlarınkini; melekler meleklerinkini. Hikaru her şeyimi benden çalmıştı galiba... Ne ara bu kadar dikkatsiz olmuştum? Geldiğini duymamam da sinir bozucuydu. Uçabilen her şeyden nefret ediyordum, özellikle de bunu sessizce becerebilenlerden...
Hikaru'nun üstünden yavaşça kalktım ve zavallı şeyin ağzından akan salyaları baş parmağımla sildim. O da yavaş yavaş kendine gelmeye başlıyordu.
İç çekerek ayağa kalktım ve arkamı döndüm. Ah... İşte şimdi hislerim yerine gelmişti. Ensesindeki -her şeytanda bulunan- ters pentagram dövmesinin olduğu yerde enerjisini görebiliyordum. Sarıydı, altın sarısı bir ışık. Kaynağı ensesinden çıkan ve bütün vücudunu saran bir tane.
Beyaz ten, turuncu saçlar, turuncu-pembe gözler ve yüzünden nadiren eksilen büyük alaycı gülümseme... Yanaklarındaki belli belirsiz çillerini de unutmamak gerekti tabii. Hiç şüphesiz bu oydu; Yuu.
"Yuu, burda ne arıyorsun?" dedim ve kollarımı kavuşturdum. Tam o sırada yalnız olmadığını farkettim. Hemen arkasında biri daha duruyordu. Enerjisi parlak gri rengindeydi, şaçları da öyle; aynı gümüş gibi. Daha da dikkatli baktığım zaman uzaktan bile bakıldığı zaman rahatça görülebilen beyaza yakın mavi, donuk gözleri vardı. Garip birine benziyordu, aynı bir... robot gibiydi, hareketsizdi. "O kim?" diye sordum bakışlarımı ona sabitleyerek.
"O mu? ...O sadece Haku, bir arkadaşım." Sırıttı. "Ve buraya geldik çünkü... Bilirsin, konseydeki şu yaşlı şeytanlar senin ne durumda olduğunu öğrenmemi istediler. Duymuşlar ki... Bir süredir... Çok da yakın olmaman gereken biriyle yakınlaşmışsın. Eğer onu rahatsız ediyorsan biliyorsun ki başın belaya girer..." Ufaklığa doğru döndü ve sekerek yanına gitti. Ufaklık ise yerde oturuyor ve şaşkın şaşkın etrafı dinliyordu. "Ve o kişi de bu sevimli şey oluyor galiba... Yanılıyor muyum?~" Kıkırdadı ve Hikaru'yu incelemeye başladı.
Etrafında daireler çiziyor ve baştan aşağı yakından onu süzüyordu. Sonra aniden parmağıyla beni gösterip: "Bu koca vahşi canavar seni rahatsız ediyor mu? Canını yakıyor mu?" diye sordu yüksek sesle.
Hikaru yüksek ses yüzünden irkilmişti, fakat etrafa birkaç kez gözlerini kırpıştırarak baktıktan sonra kırmızı bir suratla başını iki yana salladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Impure
RomanceHikayem iki erkeğin aşkını (yaoi/BL) ve smut sahneler içerir. Çiftler ise genelde şeytan ve melek veya başka paranormal yaratıklar, biraz klişe... Fakat yine de yazıyorum işte.