"Burası senin dünyan değil, burası hiç kimsenin değil. Burası gerçek de değil, hayal de. Senin kaçtıkların yine seni bulacak, sanıyor musun ki yoktur? Karanlığın da sonu vardır."
Binanın içine vuran yarım saniyelik yıldırım, etrafı kısa süre için aydınlatınca genç kız odada tek başına olmadığını anladı. Yıllardır bu odada yaşıyormuşçasına emin adımlarla odanın merkezine doğru ilerledi. Karşılıklı duran iki sandalyeden birisinde ablası bir avucu yukarı, diğer avucu aşağı bakar şekilde ellerini dizlerinin üzerine koymuş tam karşıya bakıyordu.
Genç kız, ablasının karşısındaki sandalyeye öyle emredilmiş gibi yavaşça oturdu. Sandalyeler o kadar yakındı ki, genç kızın ve ablasının diz kapakları birbirine değiyordu. Ablası, gözlerini onun gözlerine dikti ve yukarıya bakan elinin işaret parmağını dudaklarının üzerine götürerek sus işareti yaptı. Yıldırım bir kez daha kendini bütün haşmetiyle gösterirken, ikisi de pencereye doğru baktı. Genç kız kafasını tekrar ablasının olduğu yöne döndürdüğünde artık sandalyeleri o kadar yakın değildi.
Kendisinin mi ablasının mı sandalyesini geriye çektiğini anlamadı. Ablasının yüzüne az önce vuran ay ışığı artık vurmuyordu. Bu yüzden onun sandalyesini geri çektiğini, kendisinin olduğu yerde kaldığını anladı.
"Abla, ne yapıyorsun? Yüzünü göremiyorum." Dedi genç kız. Ona susmasını işaretlerle anlattığı halde, kız kardeşinin susmaması onu sinirlendirmişti. Ablasının öfkeli nefes alış verişini duyan genç kız, olduğu sandalyede daha da küçüldüğünü hissetti.
"Sakın bir daha onu söyleme." Dedi ablası zor duyulan ses tonuyla. Genç kız anlamayan gözlerle ablasına baksa da, bir şey söylemek istemedi. Şimdilik susmayı tercih ediyordu ama anlaşılan şimdi susuyor olması ablasını tekrar rahatsız etmişti.
"Bir daha söyleme!" dedi ablası tekrar. Bu sefer ses tonu, az öncekinden daha güçlü ve sert çıkmıştı."Neyi? Neyi söylemeyeyim?" dedi genç kız. Ablasının neden böyle söylediğini anlamaya çalışıyordu, tekrar yıldırım aydınlattı odayı. Aydınlanma sonrasındaki zifiri karanlıkta ablasının sandalyesinin daha geriye gittiğini fark edebiliyordu.
"Söyleme!" diye bağırdı ablası bu sefer. Genç kız neler olduğunu anladığında ablası ayaklanmıştı. Ona doğru yavaş yavaş yürüyordu. "Sus." Diye fısıldadı. Genç kız gözlerini sıkıca kapattı.
"Uyan. Uyan!" diye bağırdı boşluğa. Kime bağırdığını, neden bağırdığını bilmeden öfkeli sesiyle gözlerini açtı. Ablası ona doğru gelmeye devam ediyordu ki birden bire durdu.
"Bir daha söyleyemezsin Afra." Parmağıyla, kardeşinin avuç içini gösterdi. Afra, avucundaki küçük dikiş iğnesini yeni fark etmişti. İğne, ayın ışığı altında parlıyordu. Ucuna kırmızı bir ip geçirilmişti.
Afra yavaşça iğneyi dudaklarına doğru kaldırdı. Alt dudağının biraz aşağısından iğnenin sivri ucuyla bir delik açtı ve dudaklarını mühürler gibi kırmızı ip ve parlayan iğneyle dikmeye başladı. Bunları yaparken herhangi bir acı veya suçluluk duygusu hissetmiyordu. Ablasının dudaklarından efsunlu bir şekilde şu cümle döküldü;
"Yâ leytenî küntu türâben."
Merhabalar! Yeni bir çalışma, birlikte öğreneceğimiz binlerce şey daha. Bu muhteşem kitap kapağının ve multimedyadaki şahane parçalar megolin'e ait. Elini attığı şeyler çok güzel oluyor. Multimedyadaki video size hikaye hakkında genel bir izlenim verecektir. Hadi bakalım yolumuz açık olsun, düşüncelerinizi söylemekten çekinmeyin. :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yâ Leytenî Küntu Türâben
Mystery / ThrillerBurası senin değil, burası hiç kimsenin değil. Burası gerçek de değil hayal de değil. Senin kaçtıkların yine seni bulacak, sanıyor musun ki yoktur? Karanlığın da sonu vardır. "Yâ leytenî küntu türâben." Copyright © Tüm Hakları Saklıdır.