Multimedya; Maskotumuz limon
Sevgilim olsana... Sevgilim olsa... Sevgilim ol... Sevgilim... Sevgili.. Sevgi... Sev...
Beynim bu iki kelimelik cümleyi hecelerine ayırırken vereceğim cevabı düşünüyordum. Aslında Melih'ten hoşlanıyor olabilirdim. Bugün gözlükleri yokken bir garip gelse de gözlüklü halinden daha güzel duruyordu. Belki de çoğunlukla lens kullanmalıydı. Aman ne fark eder!
Kollarımı ve alnımı onun bedeninden çekip şöyle bir etrafı süzdüm. Sırf caymak için ve utandığım için havadan sudan muhabbet açmaya başladım. "Yaz da yaklaştı. Artık deniz, sahil, kum falan... Özlemişim bu sıcaklığı. Bir yıldır yaz görmüyorduk sonuçta. Güneş de gidi-"
"Gülce?" dedi sakin bir tonda. Ama ben senin suratına nasıl bakayım? Ne sıfatla bakayım?
Çocuğun teklifine evet dersen sevgilisi sıfatıyla bakarsın.
Hamdi beyin teklifi gibi o ne öyle? Bir saniyeliğine gözlerini inceleyip "Melih?" dedim sevimli olmasını umduğum bir tonda. Sonra tekrar toprak yola çevirdim bakışlarımı. Aha araba 2 oldu. Yarım saat sonra yeni bir araba geçti. Asın bayrakları!
Sanırım Melih bahçeye adım attığımızda söylediği şarkıyı geleceği görerek söylemişti. Beni burda öpmüştün... Yağmurlarda da yürüsek tamamdı.
Tekrar "Gülce?" dedi. Sesi sabır içeriyordu.
Oyunu bozmadan "Melih?" dedim ilk seferki gibi. Allah'ım bu oyun bitmemeli. Yoksa bir cevap vermek zorunda kalacağım.
"Gülce, güzelim suratıma baksana." dedi bu sefer. İsmim dışında farklı bir şey söylemesi hoşuma gitmemişti.
Ayaklarımla çimende garip şekiller çizerken cevap verdim. "Olmaz."
Bana doğru yaklaştığını hissettim. "Neden?"
"Utanıyorum." Dürüstlük bir gün yakacak çıramı.
Eliyle çenemi tutup kafamı kaldırdı ve ona bakmamı sağladı. Benim gözlerse boynunda geziyordu. "Ben de."
Sen de mi? Hadi canım! Kafamı kaldırıp gözlerine bakmaya başladım ve şaşkınca "Gerçekten mi?" diye sordum.
"Hayır." Bunu tek seferde ve düz bir tonda söylemişti. Ufak çaplı hayal kırıklığı... Suratım asıldı. "Bir cevap bekliyorum."
Yutkundum. "İyi bari." dedim. Umursamaz olmaya çalışıyordum da iyi bari ne?! Ne kadar da kabayım. "Zaten arkadaşlar öpüşmez. Yani sevgili olursak mantıklı olur. Bilmiyorum. Neden olmalıyız ya da neden olmamalıyız. Hiç böyle bir şey düşlememiştim. O yüzden de ne diyeceğim hazır değil. Yani iyi bari derken de düşünmemiştim. Bundan son-"
"Gülce!"
Sertçe bir nefes verdim. Büyük bir kararlılıkla gözlerimi gözlerine dikip "Olmaz." dedim. Önce beni sevdiğini ya da en azından benden hoşlandığını söylemeliydi.
Tek kaşını kaldırıp bana şaşkınca baktı. "Seni öpen biriyle daha fazla arkadaş kalamazsın değil mi?"
Aslında son derece haklıydı. Çünkü bu da totemlerim arasındaydı. Ama ben de kararlıydım. En azından benden hoşlandığını söylemeliydi. Eğer söylemezse ne arkadaş kalırdık ne de sevgili. Napim, tabiatım böyle...
Gözlerinin tam içine beklentiyle bakmaya başladım. Hadi benden hoşlandığını söyle. Hadi seni sevdim de. Seviyorum de. Ne olur bir söz söyle. Yüzüme bakma öyle. Suskunluğun yakar beni. Karşımda durma öyle.
Sanırım telepatik güçlerim yokmuş. Eğer öyle bir gücüm olsaydı Melih şu an suratıma mel mel bakmıyor olurdu. Ama bakıyor. Tren muamelesi yapıyor resmen. Kendisi de bir öküz! Birazcık anlayıver be çocuk!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökyüzü Pembeleşinceye Kadar
ComédieHikaye, ana karakterimiz Gülce'nin etrafında dönüyor. Gülce eğlenceli ve genellikle mutlu biri. Bazen sıkılabiliyor. Ama sıkıldığı zaman "Bu da hayatın tuzu, biberi," deyip tekrar mutlu hayatına geri dönüyor. Kızımızın hayatı tabi ki her daim neşeli...