Ameer

437 24 0
                                    


       Amer Basra'ya geldiğine hala inanamıyordu. Kasım ve adamları ile Haşmet hana geldiklerinde hancı Emin Eshad onları hoş karşıladı. Herkes yorgun ve çok acıkmıştı. Kaç gündür sıcak bir aş yememişlerdi. Önlerine gelen yemekleri iştahla yerken Kasım bir ara hancıya üç yatak hazırlamasını söyledi. Adamlar yemekten sonra odalarına çekildi. Ameer'ın dışında herkes sabaha kadar deliksiz bir uyku çekti. Sabahleyin çorbalarını içerken, Kasım:

       ''Hayvanların iyice dinlenmesi gerek. Bu yüzden bir gün daha burada kalacağız. Bu zaman zarfında kendimize yol hazırlığı için bazı şeylere ihtiyacımız var. Bu gün bunları temin edeceğiz.'' Ameer:

       ''Beni sağ salimen buraya getirdiğinizden dolayı size minnettarım.''

Ameer, elindeki tespihi Kasım'a doğru uzattı...

       ''Olur, da yarın görüşemezsek bu firuze tespihi Zeyd'e verilmek üzere hancı Mohsen'e vereceksin. Sakın unutma!'' Kasım:

''Emanet sahibine verilecek hiç endişen olmasın. Ailene bir an önce kavuşman için Allah yardımcın olsun.''

       ''Yarın yola çıkacağınıza göre şimdiden yolunuz açık olsun.''

Ameer, ''bu günden tezi yok İbn-i Selâm'ı bulmam lazım.'' Hancıya...

       ''Buranın yabancısıyım. İpek kumaş tüccarı İbn-i Selâm'ı görmem için bana yardımcı olur musun?''

       ''Basra'da onu herkes tanır. Sana yardım etmek isterdim. Şu anda işim çok yoğun, ancak gün ortasında seninle pazara çıkabilirim.''

Ameer sabırsızlıkla hancıyı beklemek zorunda kaldı. İşini bitiren hancı pazara gitmek için hazırdı. Ameer'a dışarı çıkalım mı diye haber vermek üzereydi. Tam o sırada Leylâ ve annesini kaçıran haydutlardan üç kişi handan içeri girdi. Adeta burunlarından soluyorlardı. Ebu Sait adındaki adam hancıyı görür görmez çok kaba bir tavırla...

       ''Reisimiz Salman buraya geldi mi? Dünden beri Onu arıyoruz.''

       ''Siz buradan ayrıldıktan sonra sizden hiç kimse buraya gelmedi.''

Haydutların reisi Salman bekâr bir adamdı. Anlaştıkları altın parayı tacirden alır almaz ortadan kayboldu. Haydutlar farkına vardıklarında reisleri Basra'dan çoktan ayrılmıştı. Çılgına dönen haydutlar, üçer adamlarla Basra'nın her tarafında reisi didik didik aradılar. Ama onu bulamadılar. Sanki kuş olup uçup gitmişti. Haklarını alamayan haydutlar kendilerini aptal yerine koyan bencil reislerine o kadar sinirlendiler ki onu bulduklarında ya parayı ya da canını alacaklardı. Hazmetmek kolay değildi. Aslında Salman hana gelmiş, ayrılmadan önce hancıya...

      ''Sakın buraya geldiğimi söyleme! Yoksa senin için hiç te iyi olmaz!'' Hancıya inanmayan adamlar, ahırda atların içinde en hızlı reisin beyaz atını aradılar. At yerinde yoktu. Ebu Sait:

      ''Hani sen Salman'ı görmemiştin? Neden bize yalan söyledin?''

      ''Beni ölümle tehdit etti. Bu yüzden yalan söylemek mecburiyetinde kaldım. Ne olur beni bağışlayın!''

Ameer onlardan biraz uzakta olmasına rağmen konuşmalarını gayrı ihtiyari duydu. Rıza denen ikinci adam...

      ''Buradan götürdüğümüz kız pazarda tahminimizden daha iyi paraya satıldı. Salman aldığı parayı aramızda paylaşmadan ortadan kayboldu. Onu niçin aradığımızı şimdi anladın mı?'' Ebu Sait:

      ''Belki başına bir iş gelmiştir. Bir kaç gün daha bekleyelim. Bakarsın çıkar gelir. Biz reisimize çok güvendiğimiz için sadece merak ettik.''

Hancı bayağı tedirgindi. Bu laf üzerine rahatladı. Bunu fark eden Rıza:

       ''Şayet buraya gelirse aradığımızı sakın ona söyleme! Sadece bize haber ver! Bu yaptığı ona kar kalmayacak.'' Ebu Sait ise...

      ''Biz de onun gibi her türlü tehlikeye karşı göğüs gerdik. Onunla ölümü bile göze aldık. Eğer bize ihanet ederse mutlaka bedelini öder.''

Ameer'ın içine bir kere kurt düştü. Bir kızdan söz ettiler. Gerçi kızın adını söylemediler ama yine de merak etmeden edemedi. Haydutlar gittikten sonra hancıyla Ameer birlikte handan dışarı çıkarken, hancı...

       ''Tüccar mısın? Herhalde ipek kumaş satın alacaksın.''

       ''Hayır? O benim akrabam olur. Görüşmeyeli uzun zaman oldu. Eşim ve kızım onları ziyaret etmek için buraya geldiler.'' Emin Eshad:

      ''Perşembe günleri pazar yeri çok kalabalık olur. Önce akrabanı gör! Daha sonra da pazarı biraz dolaşalım.''

       ''Neden olmasın? Benim vaktim çok. Basra'yı tanımak istiyorum.''

       ''Handa işimiz çok, fazla dolaşamam. Eşim bana yardım ediyor.''

Pazar çok büyük bir meydanda kuruluydu. Simit ve tatlı satıcıları, hamalların sırtlarında eşya taşımak için hasırdan yapılmış oval küfeler, duvarların üzerinde el dokumalı acem halıları, ateş üzerinde yemek pişirmek için fırınlanmış toprak çömlekler, Arap çingenelerin bir kısmı usta elleriyle harıl harıl sepet örüyordu. Bir kısmı da sırtlarında asılı bir çok çeşitli sepetlerle pazarda dolaşarak satıyorlardı. Dünyanın dört bir yerinden gelen çeşit çeşit baharatlar, Yemen kahvesi, kurutulmuş biber, taze yuvarlak tandır ekmek satıcıları durmadan bağırıyorlardı. Pazarın içinde tarım araçları, at nalı yapan demircilerin çekiç sesleri kulakları tırmalıyordu. Yanı başında atların tırnaklarını düzeltip nal çakan nal bantçı ve semerci(1) vardı. Su kabağı ve su testileri, tahta tezgâhların üstünde süslü Berberi takıları ve yağ lambaları alıcı bekliyorlardı. Kancada asılı keçi etinin üstünden sinekler ha bire uçuşuyordu. Az ilerde atmaca, şahin gibi yırtıcı kuşların bulunduğu yerde toplanmış bayağı meraklılar vardı. Daha ilerde develerin satıldığı yerden geçtiler. Burası Basra'nın küçük bir pazarıydı. Hancı:

      ''Buranın insanları her şey için sıkı pazarlık yaparlar.''

Ameer ve hancı biraz ilerledikten sonra çarşının en işlek yerinde Halep'ten gelen ipek kumaşların satıldığı yere vardılar. Hancı... ''İşte aradığın İbn-i Selâm'ın yeri burası'' dedi.

Ameer, ''acaba beni nasıl karşılayacak?'' diye meraklandı. Dükkâna girdiklerinde İbn-i Selâm içerde yoktu. Bir müddet önce çıkmıştı. Ne zaman döneceği belli değildi. Oradan ayrıldıktan sonra pazarın en kalabalık büyük meydanına geldiler. Ameer merak etti. Hancı:

       ''Burası kölelerin satıldığı pazar yeri, zengin, meraklı kasaba halkı ve dışından gelenler bu meydanı doldurur. İstersen gidip biz de bakalım.''

       ''Olur! Nasıl olsa İbn-i Selâm yerinde yok. Daha sonra yine uğrarım.''

Meydan yerine geldiklerinde mezat çoktan başlamıştı. Ameer nerden bilebilirdi ki kızı insan tacirlerinin eline düşecek ve bir kaç gün önce burada satılacaktı. İyi ki onu görmedi. Yoksa kahrından ölürdü. ''Burada insanlar nasıl satılır? İnsanlık yok mu? Bu ne vicdansızlık'' Diye tacirlere nefretle baktı. hancı satılan köleleri görmeye alışıktı...

      ''Haydutlar bir kaç gün önce ana ile kızını benim hana getirdiler. Kızı alıp götürdüler. Anasını odasında yarı baygın bir şekilde bulduk. Ha bire kızını sayıklıyordu.'' Ameer, kadını merak etti.

      ''Kadını görebilir miyim?''

      ''Tabii ki görebilirsin.''

     (1)Semer : At, eşek ve katırların sırtında insanların rahatça oturabilmeleri için içi samanla doldurulmuş ağaç iskeletli oturak.

Kitabın tüm hakları saklıdır. ---------------  Lütfen yorum yapınız!

Herkes Bir Bedel Ödeyecek (KITAP BITTI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin