Fırtınanın şiddeti artıkça Kays ağzını gözünü açamıyor burnundan zor nefes alıyordu. Tozdan yanan gözlerinden yaş akıyordu. Kulaklarını ve yüzünü fırtınadan koruyacak durumda değildi. Çünkü başındaki Ağal denilen örtü uçmuş sırtına kulaklarına yüzlerce iğne gibi batan sert kum tanecikleri canını acıtıyordu. Fırtınanın sürüklediği kum tozları deveyi adeta kamçılıyordu. Deveyi durdurmak mümkün değildi. Ona hâkim olamayınca korkmaya başladı. Deveden düşmemek için iki eliyle sıkıca tuttuğu hayvanın boynundaki yuları var gücüyle kendine doğru çekti. Devenin boynu fırtınaya doğru büküldü. Boğulmamak için ister istemez hızını kesti. Bunu fırsat bilen Kays nihayet deveyi durdurabildi. El Hamid ve diğer iki adam ''Ğe! Ğe'' dediklerinde devenin yere çöktüğünü görmüştü. Kays da onlar gibi yaptı. Deve direnmeden yere çöktü. Demek ki deve komut bekliyordu. El Hamid'in dediği aklına geldi. Deveyi yan yatırır yatırmaz zaman kaybetmeden hemen karın boşluğuna girmeyi başardı. Ayaklarını kendi karnına doğru toplayarak oraya iyice yerleşti. Bütün gün esen fırtınanın getirdiği kumlar onun üstünü kalın bir örtü gibi kapladı. Devenin sıcacık karın boşluğunda gecenin soğuk havasını hissetmeden uyudu.
Kulakları tırmalayan fırtınanın uğultusu El Hamid ve diğer muhafızların sesini yutuyordu. Kendilerini Kays'a duyurmaya çok uğraştılar ama duyuramadılar. Fırtınanın dinmesini beklemekten başka yapacakları bir şey yoktu. Öğleden sonra başlayan fırtına akşama doğru hızı azalırken ortalık bayağı sakinleşti. Gözlerini açtıklarında hilal ayın ışığı ancak etrafını aydınlatıyordu. Hemen Kays'ı aramaya başladılar. Bir yandan Kays'a sesleniyorlardı. Ses yankılanıyor bir türlü Kays'tan ses çıkmıyordu. O gece, ertesi gün Kays'ı aradıkları halde bulamadıkları için çok korktular... 'Yoksa kayıp mı oldu?' diye endişelendiler. Kays'tan ümitleri kesilen muhafızlar kasabaya geri dönmek zorunda kaldılar. Çünkü yiyecekleri, suları, ihtiyaçları ne varsa hepsini kaybetmişlerdi. Daha fazla zaman kaybedemezlerdi. Oysa biraz daha aramaya devam etselerdi, Kays'a ulaşacaklardı. Geri dönerken Şah'a ne cevap verecekler diye korkuya kapıldılar.
Aradan bir kaç gün geçtikten sonra üç muhafız kasabaya geldi. Şah onları cezalandıracağını bildikleri için son bir defa ailelerini görmek amacıyla önce evlerine uğradılar. Korku içinde olan aileleri, onlara 'saraya gitmeyin' dedilerse de muhafızlar kabul etmedi. Şah zalim ve acımasızdı. Yakalandıkları yerde sorgusuz sualsiz öldürüleceklerini çok iyi biliyorlardı. Muhafızlar evden ayrılırken aile fertleriyle vedalaştılar. Güvercin onlardan daha önce saraya geldiğinden haberi olmayan muhafızlar şimdilik şanslı sayılıyorlardı.
Şah, oğlunun kasabaya dönmeyeceğini okuduğu mektuptan zaten biliyordu. Korku ve endişe içindeki muhafızlar saraya geldiklerinde Şah'a hemen haber verildi. Şah'ın içindeki kızgınlık dışa vurmuş sinirli bir şekilde tahtta oturuyordu. Biri sağında diğeri solunda iki köle, elindeki tavus kuşu kanatlarından yapılmış yelpazeyle aynı tempoyla bir aşağı bir yukarı sallamak suretiyle Şah'ı serinletmeye çalışıyorlardı. Muhafızları huzurunda gören Şah, daha da sinirlendi. El etek öpen muhafızlar daha sonra Şah'ın karşısında el pençe durdular. Şah sanki hiç bir şeyden haberi yokmuş gibi...
''Erken geldiniz. Bir nedeni olmalı. Oğlum Kays'ı yanınızda göremiyorum.'' Onlardan cevap beklemeden... ''önce El Hamid daha sonra sizinle konuşacağım. Yüzlerine bakmadan şimdi yıkılın karşımdan!''
Her iki muhafız el etek öperek geri adımlarla huzurdan ayrıldılar. El Hamid, ''Şah beni sorgulamadan cezalandıracak'' diye korku içindeydi.
''Hamid! Sizin bana olan sadakatinizi çok iyi biliyorum. Ne olduysa tam olarak bana anlat. Her şeyi bilmek istiyorum.'' El Hamid titrek bir sesle anlatmaya başladı...
''Basra'ya çok yaklaşmıştık. Çölde kum fırtınasına yakalandık. Birden gökyüzü karardı. Göz gözü görmüyordu. Neye uğradığımızı şaşırdık. Zannedersem Kays'ın devesi çok korktuğu için süratle bizden uzaklaştı. Onu yakalamak mümkün olmadı. Fırtınadan korunmak için kendimizi develerin arasına zor attık. İki gün çölün her tarafını üç koldan Kays'ı aradık maalesef bulamadık. Size haber vermek için hemen geri döndük.'' Şah o kadar öfkelendi ki parmaklarını birer birer kütletti...
''Demek ki! Size emanet ettiğim oğlumu bulmadan geldiniz. Bu mu sizin bana olan sadakatiniz?'' Sol elinin tersiyle ''git'' diye işaret yaptı.
Şah diğer iki adamları da ayrı ayrı sorguya çekti. El Hamid'in dediklerinin aynısını aktardılar. Sanki söz birlik etmişlerdi. Olay daha kötüye gitmiş oğlu çölde kaybolmuş akıbeti meçhuldü. Bu yüzden kızgınlığını tahmin etmek güçtü. Şah, kapıda bekleyen muhafızlara seslendi...
''Şimdilik bunları zindana atın!'' Diye emir verdi.
-----------------------------------------------------------------------------
Kitabın tüm hakları saklıdır. --------------- Lütfen yorum yapınız!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Herkes Bir Bedel Ödeyecek (KITAP BITTI)
RomanceSevgi kelimesi hiç de yabancı değil bizlere... Bunu herkes çok iyi bilir. Hakkında çok şeyler yazıldı, söylendi... Duygularımı nasıl anlatabilirim diye, ben de bir kaç cümle içimden geldiği gibi ilave etmeden yapamadım. Sevgi, insan...