Çok sevmeyin siz... Çok sevince başınız dönüyor sonra. Her gün sevmek istiyorsunuz. Bir sevmektir tutturmuşsunuz. Her kadehte sevmek, her dumanda sevmek... Sonra sevmekli şarkılar, sevmekli şiirler... Mesele artık sevmek değil, aslında sevilmek artık bizi bağlayan, hem sevilince canı yanan var mı? Kadınlar ve adamlar hep sevilin, sevilin ama çok sevmeyin siz... Çok sevmezseniz kalbiniz kırılmaz. Boş boş her hangi bir yere bakarak gözleriniz dolmaz. Tek başınıza kaldığınızda düşüncelerinizde boğulmazsınız! Bu yüzden sevilin ama çok sevmeyin. Bu yüzden siz de benim gibi bir hataya düşüp asla birisini yıllarca sevmeyin. Sonra vazgeçilmeziniz oluyor..!
Bugünün pazar olmasının verdiği huzurla yataktan kalkmadım. Saate de bakmadım. Tavana baktım bir süre. Öylece boş gözlerle izledim tavanda ki yıldızları. Uzun zamandır gökyüzünü de izleyemiyordum. Bugün yapılacaklar listeme eklemeliyim bunu. Yatakta biraz daha durduktan sonra duş aldım. Bana en iyi gelecek şeydi çünkü. Bugünü benim günüm ilan ediyorum ve ne Cansel'i ne de Arda'yı düşünmeyeceğim. Hızlıca üzerime kapşonlu gri uzun kolu tişörtümle siyah taytımı giyip mutfağa girdim. Annem her zaman ki gibi çalışıyordu. Bir bardak portakal suyu sıkıp yanına da tost yaptım ve odama geçtim. Bugün ne yapsaydım ki? Ders çalışmam da gerekiyor aslında.
Mutfağa geçip bir bardak kahve yapıp odama çıktım. Dışarıda pek fazla insan yoktu. Ellerinde ekmekle giden çocuklar, karşı apartmanda ki çiçeğine su veren Ayşe teyze ve ve babasının elinden tutup gezen ufak bir kız çocuğu vardı. İlk defa birine böylesine imrenerek baktım. Hep istemişimdir babamın elinden tutup parka gitmeyi, ya da biraz daha büyüdükten sonra babamla alışveriş yapmayı... Onlar gözden kaybolana kadar onları izledim öylece. Boş gözlerle sırtlarına baktım. Aşağıdan gelen kırılma sesiyle irkildim birden. Bardağı kenara bırakıp mutfağa gittim. Mutfak kapısına kadar saçılan cam kırıkları ruhumu yansıtıyordu adeta. Kafamı kaldırıp yerde ki cam kırıklarını toparlamaya çalışan anneme baktım. Yanına eğilip '' Bırak! Ellerini kesecek şimdi! '' deyip elinde ki kırık camlarını aldım. Yüzünü benim olduğum tarafa çevirdiğinde akan makyajından ağladığını fark etmek zor olmuyordu. Yüzünün bir kısmı siyaha boyanmıştı sanki. Tıpkı kalbi gibi. Siyah gömleği ve siyah pantolonu da hala üzerindeydi. Sanırım kötü bir zaman yaşıyordu. Bu düşünce kalbimi öylesine acıttı ki. Sebebi babam olduğu için bir kat daha nefret ettim ondan. Nefretimi bile hak etmeyen adamdan ölesiye nefret ediyordum! Annemi kolundan kaldırıp salona götürdüm. O da yavaş adımlarla sadece ayak uydurdu bana. Oturduğumuz anda birden konuşmaya başladı. '' Bu kadar mı kötü bir insanım sence Alya? Yani anlamıyorum. Sana doğru düzgün bir anne olamayışımı, babanın beni neden sevmeyişini ya da beni neden- '' derken birden cümlesini yarıda kesip kafasını kaldırıp tavana baktı. Muhtelemelen sesinin titremesini önlemek için yapmıştı. Daha sonra yarım kalan cümlesini '' Aldattığını anlamıyorum.'' diyerek tamamladı. İkinci defa annemi bu kadar acınacak halde gördüm. Onun bu üzüntüsünü geçirmeliydim. Bugün beraber bir şeyler yapmalı ve mutlu olmalıydık. Biz anne kız bunu hak ediyorduk. Mutlu olmayı herkes hak ederdi. Bir ayağımı kırıp koltukta yönümü ona çevirerek oturdum ve elimle gözyaşlarını sildim. '' Bugün anne-kız günü yapalım mı? Uzun zaman oldu bunu yapmayalı. '' dedim gözlerimin içiyle gülümserken. Onun üzüntüsünde yanında olmalı ve onun için elimden geleni yapmalıydım. Ne kadar aramız da büyük bir buz dağı olsa da, ne kadar biz birbirimizi anlamasak da o benim annemdi. Hiç kimseye değişmeyeceğim annemdi. O da akan makyajına ya mor göz altlarına hatta kötü ruh haline bile aldırmadan '' Bence de bugün anne-kız günü yapmalıyız. Sanırım buna ihtiyacım var. Hadi sen çık üzerini değiştir ,bende hazırlanayım. '' dedi ve akan makyajını sanki eliyle düzelte bilecekmiş gibi sildi. Oysa ki bilmiyordu. O akan siyah makyajını yalnızca yüzünden silebilirdi. Peki kalbinde ki siyahlıkları?