Papaz, "Gelini öpebilirsiniz." dediğinde beklenti ile Orlando'nun yüzüne çevirdim bakışlarımı. Cidden bu kadar yakışıklı olmasına gerek yoktu. Gerçekler acıdır, diye saçmalayan iç sesimi duyunca Orlando'nun baklavalarının neden tatlı olduğunu merak etmedim değil. Neyse...
İç sesim tekrar devreye girmiş: "Ne bekliyorsun? Kucağına atla ve dudaklarına yapış!" diye debelenmeye başlamıştı. Eh haklıydı bir yerde. Birbirimize aptal aptal bakmanın bir mantığı yoktu. Kafalarımız arasında birkaç santim kalmıştı ki kilisede bir ses yankılandı.
"Durun! Siz evlenemezsiniz. Kardeşsiniz." Daha önce hiç görmediğim - görmek isteyeceğimi sanmıyorum- adama bakarak evlilik cüzdanını salladım: "Geç kaldın moruk! Evlendik bile."
Telefonumdan gelen Nu’est- Face melodisiyle gözlerimi araladım. - Evet, şu çekikleri seviyordum ve Korelilere Çinli diyen insanlara karşı güzel işkence yöntemleri hazırlamıştım. – Büyük bir uyuşuklukla telefonumu elime aldım ve cevap verdim.
“Hı?”
“Sanada günaydın kanka!”
“Ne Ecrin ne? Orlando ile aşk yaşıyordum ben. Evlenmiştik hatta! Sen pis zencinin tekisin. Cehenneme kadar yo_”
“Kanka bir sus ya. Ayşe hoca arattırdı. Dershane var. Yine gelmezsen kafanı koparıp götüne sokacakmış. Biliyorsun kadın haydariye ile kovalar seni.”
Gözlerim yerlerinden fırlayacak sandım bir an. Cumartesi günleri çok uykum olduğu için dershaneye gitmezdim; fakat o kadar çok devamsızlığım olmuştuki! Gitmediğim günler gittiklerimi geçmek üzereydi.
“Kahretsin ya! Saat kaç ki ? Nerdesin?”
Birkaç kırkırtı duydum.
“Selin, ilk ders bitmek üzere, 2. Dersime yetişmek zorundasın biricik öğrencim.”
Dedi Ayşe hoca. Bir dakika? AYŞE HOCA?
“Hemen giyiniyorum komutanım!”
Birkaç gülüşme sesi duydum ve telefon yüzüme kapandı. Ahh. Şu haydariye –Ayşe Hocanın gözü gibi baktığı sopası- olmasaydı bu kadar ciddiye almazdım. Ancak şu hayatta görebileceğiniz en iyi hocaydı. Kadın bana Sosyal Bilgiler’i sevdirmişti. Daha ne olsun!
Uykulu gözlerle sınıf kapısını birkaç kere tıklattım. İçeri girince Ayşe hoca bana bakarak derin bir iç çekti. “Gelmeseydin keşke?”
“Hocam sizi kıracağıma kafamı kırayım değil mi? Arayınca hemen geldim.”
“Keşke kafanı kırsaydın be Selin. Neyse geç yerine.”
Birkaç dakika hocanın benden sinirini çıkarmasını bekledik ve ardından ders işlemeye devam ettik. Harcanıyordum buralarda. Ders, ders ve yine ders…
Dershane çıkışında babamı aradım. İş yerine gidip, bursluluk paramı aldım. Kitapçıya doğru yürürken elimdeki 360 liraya bakıyordum. 3 ayda yetmiyordu ki bu para bana. Hiç olmamasından iyiydi tabiî ki; ama zam yapsalar hiç fena olmayacaktı. Grev mi yapsaydık acaba?
“Osman abi, geldi mi geçen dediğim kitap?”
“Geldi, al burada”
Dedi Melez Sözleşmeleri’nin 3. Kitabını elime tutuşturup.
“25 lira”
“Abi be, her hafta alıyorum. Azıcık indir de almaya devam edeyim.”
Gülümsedi ve Osman abiye bir yirmilik verip kitapçıdan ayrıldım.
Dolmuşta telefonumun çalmasından nefret ederdim. Fakat her nedense nefret ettiğim her şey başıma gelirdi. Diyorum ya mübarek insanım ben. Bir anda Korece şarkı çalınca herkes bana baktı tabi. Hele arkamda bir amca vardı; rüyamda gördüğüme benziyordu. Korkmadım değil.
Babam, amcamın rahatsızlığı yüzünden annemle birlikte İstanbul’a gideceğini söyledi. Ehh abim de üniversite için şehir dışında olduğu için yalnız kalacaktım çarşamba gününe kadar. Normalde göbek atmam gerekiyordu; ama içimde huzursuzluk tohumları çimlenmişti bile.
Tamam, amcama üzülüyordum. Fakat maviş ve tayfası benim için hala bir tehdit oluşturuyordu. Aklımda kendimi savunmak için yapabileceklerimi geçirdim. Yapabileceğim en iyi şey tam “12 ‘den” bir tekme atmak olurdu ki bu konuda üstüme tanımazdım.
Düğmeye bastım ve birkaç saniye sonra otobüs durdu. Dershanede bugün sabahçı olduğumuzdan saat henüz 2 ye gelmemişti bile. Sabah kahvaltısı yapmadığım için: “Doyur lan beni, açım aç!” diye bağıran midemi susturamamıştım. Biliyorum, vücudumun her yerinde konuşan yaratıklar var. Evet, evet bence de garip.
Rehbere girdim ve Ecrin’in numarasını tuşladım.
“Kanka Esma yengeye selam söyle ve izin alıp bize gel.”
“Lan bir dur be! Al sen konuş annemle.”
Vay ibne! Nasılda topu bana atıyor. Hayır yani ben senin annenle neden konuşuyorum? Senin annen o.
“Alo Esma abla…”
Tabi insanların gönlünü nasıl fethedeceğimi iyi biliyorum ben. 40 yaşındaki bir kadına abla diyip genç hissetmesini sağlarsan, arkadaşının sende kalması için izin alabilirsin. Yazarım bunu bir kenara.
Çalan kapıya baktım:
“Hoş geldin.”
“Nasıl ikna ettin lan annemi. Yemin ediyorum şeytana donunu ters giydirsin kanka”
Birkaç dakika sohbet ettikten sonra markete gidip abur cubur almaya ve pijama partisi yapmaya karar verdik. Film izleyecektik işte, fantastik gözüküyor diye pijama partisi diyoruz.
Yürürken maviş ve tayfasını fark ettim ancak görmemezlikten gelmeye çalışıyordum. Yani, gözlerimi kocaman açıp kaç tane baklavası olduğunu saymaya çalışmak benim kitabımda görmemezlikten gelmekti.
Bu sırada Ecrin beni dürttü. Çok şaşırdım; bu kız insanlaşıyor muydu ne? Nazik davranmıştı.
“Kanka çocuğa baksana lan çok tatlı.”
Hayır, Ecrin. Lütfen maviş olmasın. Korkuyla kimi kastettiğine baktım. İçim rahatlasa mı üzülsem mi bilemedim. Gerçi Çağlar ile Ecrin çıksaydı; bende mavişimi alırdım ve beraber çifte randevuya çıkardık. Tek tek baklavalarını sayabi… Ahh ne diyordum ben böyle?
“Önüne bak ve yürü Ecrin. Çağlar bizi aşar.”
Pot mu kırmıştım ki? Neden gözlerini büyülterek baktı bana öyle?
“Çağlar mı? Nerden tanıyorsun kızım çocuğu? Benden önce sarktıysan bir daha çikolata yiyeme emi!”
Bu konuşma böyle başladı ve sabaha kadar sürdü. Kıza anlatamıyorum ki sadece adını biliyorum diye. Uyuduğumuzda saat sabahın beşiydi ve tabiî ki dershaneye gidemedik.
Ecrin’i evine bırakmak için dolmuş durağına yürüyordum ki durakta Çağlar’ı ve mavişi gördüm. Çağlar bize bakıp el sallayınca elektrik çarpmışa dönmüştüm resmen. Ecrin’in çekiştirmesiyle yanlarına gittik Ve sessizce otobüs beklemeye başladık.
Tam dolmuşa biniyordu ki Çağlar’ın sesini duydum. “Akşam ne yaptın kızla kanka? Yattınız mı?” E, oha dedim içimden. “Naz yaptı kanka, yarın benimdir.”
Vay canına! Bu iş gerçekten beni aşardı. Ve bu salak sevdadan bir an önce vazgeçsem iyi olacaktı…