Hazal aldı kalemi;
"Şecered-dür akıllı ve temkinli bir sultandır. Onun zekâsı ile yarışabilecek kimse yok. Aklını kendini korumak için bir kale gibi kullanır. Aşkı ise kılıcıdır. Kendini veya aşkını güvende hissetmezse bu kılıçla herkesi keser."
Aktay biraz sonra tekrar devam etti.
"Onun gibi hırslı ve zeki bir kadın daha önce görmedim. Yıllardır onunla kimse baş edemiyor. Ona karşı çıkan tek kadın ise şimdi Suriye'de sürgün hayatı yaşıyor."
"Ben basit bir cariyeyim. Ben ne yapabilir ki?"
"Sorunda bu zaten. Sen basit birisin onun için. Sadece sen değil herkes öyle ona göre. İnsanları yönetmeyi sever, onları kullanmayı... Bu onun için alışkanlık, normal bir şey. Sultanı bile o yönetiyor! Hakkını yememek lazım, bu işte de oldukça iyi. Konuşmasını biliyor, insanları nasıl etkileyeceğini çok iyi biliyor. En büyük yeteneği insanların zaafını öğrenmektir. Bu yeteneği sayesinde karşısındaki insanların korkusundan beslenerek onları kullanır."
Aktay sanki bir iblisten, destanlarımızda ki ak ninelerden, ruh emen kötü cadılardan bahsediyordu. O zaaf deyince aklıma dehşet verici bir gerçek geldi. Yalvaran gözlerle ona baktım.
"ne oldu Hazal?"
"Kardeşim. Kardeşim olduğunu öğrenmemeliler. Eğer dediğin gibiyse Aysar'ı bana karşı..."
Cümlemi o devam ettirmişti.
"Kullanacaklardır." Dedi ve devam etti
"Haklısın. Sana söz bu bizim küçük sırrımız olacak." Bana göz kırparak baktı.
Onu ilk gördüğüm andan itibaren gittikçe büyüyen bir sevgi vardı. Bu sevgi anneye, babaya veya kardeşe duyulan sevgi gibiydi. Belki de onu yüzünü zar zor hatırladığım babama benzetiyordum. Bu yüzden böyle gelmişti. Ama ne olursa olsun benim için bir baba bir ağabey gibiydi artık. Oda beni seviyordu biliyordum. Bana tebessüm etmesi, ilgilenmesi ve bir köle gibi davranmayışı bunu gösteriyordu.
"Sana bahsetmem gereken son bir konu daha kaldı. Şecered-dür Mısır'daki kölelikten sultanlığa yükselmiş tek kadındır. Oda bir zamanlar senin gibi köleydi. Esir pazarında satılıyordu. Onu bu noktaya getiren güzelliği ve zekâsıydı. Ben lafı uzatmadan söyleyeyim hemen Şecered-dür'ün çok düşmanı vardır Kahire'de. Sultan'ı avucunun içine aldığı için ondan nefret eden çok. Başta haremdeki ve dışarıda ki kadınlar. İşte bu kadınlar sizi Şecered-dür'e karşı kullanabilirler. Zeki bir kıza benziyorsun hata yapmanı, başına bir şey gelmesini istemem."
"Neden bana bunları anlatıyorsun? Alt tarafı basit bir cariyeyim. Bana bir asilzade gibi davranıyorsun."
Şecered-dür umurumda bile değildi. En azından şimdilik. Ben bu sorumun cevabını merak ediyordum şuan.
Aktay güldü;
"Birine iyi davranmak için onun asil bir kandan olmasına gerek yok. Seni sevdim, neden bilmiyorum içim çok ısındı, o çalıların arasından kalktığın andan itibaren. Hem ille bir sebep arayacaksan en önemlisi bende bir Kıpçak Türküyüm ve zamanında senin yaşadıklarını yaşadım. Zamanında bir köle olduğum ne kadar yükselirsem yükseleyim değiştirilemez. İşte bu yüzden burada, aynı atadan doğma bizler birbirimizde destek olmalıyız."
Sözleri gözlerimi doldurmuştu. Ona sarılmayı o kadar çok istiyordum ki şuan, hatta omuzunda ağlamayı. Ama bu delilik olurdu. Ben artık Sultan'ın haremiydim. Gözlerimi kırpıştırarak teşekkür ettim. Gözlerimin dolduğunu görmesini istemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAYBARS Düşüş (DÜZENLEMEDE)
Narrativa StoricaSonumuz hikayemizin başladığı yerdi. Yaşlı kadın bana biraz daha yaklaşarak bu seferde; "Mısır'ın ve Suriye'nin en güzel sultanı, kraliçesi" demişti. Artık onu duymazlıktan gelmeye dayanamayarak başımı onun olduğu tarafa çevirmiş, insanın içine işl...