Burası cehennem.. Burada yaşarken ölüyorum. İnsanın fikirlerine, hislerine saygı yok. Onlar ne derse o olur. Seni köleleri gibi kullanırlar. Burası neresi mi? Burası İran. Burası benim cehennenim.Düşmanlık, kin , öfke burayı tanımlayan tek kelime bunlar. Oysa annemle babam yaşıyorken ne kadar da mutluydum bu sarayda. Savaşmaktan geri kaçar, insanları tehdit ederek onlardan topraklarını alan bir millet düşünün. Burada ne kadar mutlu olabilirsiniz ki?
Hiç bir zaman hanedanımızdaki kişilere benzemek istemedim, benzemedim de. Kimseye düşmanlık, kin beslemedim. Bu sarayda kendimi sığıntı gibi hissediyordum. Babam, amcam tarafından iktidar hırsı yüzünden öldürülmüş, annem bu acıya dayanamayarak kendi canına kıymıştı. Bütün bunlar benim gözümün önünde yaşandı. Bu saraydaki insanlar benim ailemin katili. Ve ben bu sarayda yaşamak zorundayım. Tahta geçmek için babamı öldüren adamın sarayında...
Beni neden öldürmemişlerdi ki? Beni de öldürmelerini çok isterdim. Zira bu sarayda yaşamak ölümden de beter geliyordu bana.
Nedimem Begüm telaşlı bir şekilde odaya girdi. "Sultanım yapmayın saraydan çıktığınızı duyarlarsa öldürürler sizi."
"Onlar beni her gün yavaş yavaş öldürüyorlar zaten Begüm. Ayrıca sen durumu idare etmeyi bilirsen hiç bir şey duyamazlar"
Bugün çarşıya çıkacaktım. Tabiki de bu çok tehlikeli ve yasaktı. Hatun kısmı saraydan dışarıya çıkamazdı.
İhtişamlı saray kıyafetlerimden kurtulup sıradan kıyafetler giydim. Son olarak Begüm'ün elinden pelerini alıp giydim ve şapkasını örttüm. Begüm dairenin kapısını açıp etrafı kontrol etti. Etrafta kimsenin olmadığına kanaat getirince el işaretiyle gitmemi söyledi.
Kapıdan çıkıp etrafıma dikkatle bakarak ilerledim. Çünkü bu sarayda casus çoktu, ne olursa hemen Şah'a bildirilirdi. Etrafı kolaçan ederek koridor boyunca ilerliyordum. Gizli geçitin önüne geldiğimde durdum, etrafıma baktım ve yavaşça duvarı ittim.
Evet, duvarı itince gizli bir geçide çıkıyordunuz ve geçidin sonunda ki kapıyı açarak dışarıya çıkıyordunuz. Bunu çok küçükken keşfetmiştim. Çocukken sarayın koridorlarında koştururken bu duvara çarpmıştım ve açılmıştı. O gün bugündür bu saraydan bir an olsun uzaklaşmamı sağlayan yerdi burası. Bu zamana kadar yakalanmamıştım ve bundan sonra da yakalanmamayı umuyordum.
Duvardan içeri girip, ilerledim ve dış kapıya vardım. Kapıyı açıp kafamı dışarı çıkardım ve etrafa baktım. Kimsenin olmadığını anlayınca bedenimide dışarı çıkarıp, temiz havayı ciğerlerime çektim. Sanki hayatımda ilk kez nefes almış gibi hissediyordum. O sarayda, o dört duvar arasında nefes alamadığımı anladım.
Sarayın bahçesinden dışarı çıktığımda gerçek hayatla karşılaştım. Sarayın zenginliğinden, şaşasından, görkeminden uzak gerçek dünyayla... Kırık dökük bir kaç ev, yoksul olduğu her halinden belli olan insanlar..
Bu tabloyu gördükçe yaşadığım hayatı hak etmediğimi düşündüm. Bu kadar fakirlik, yoksulluk, açlık varken benim yaşadığım hayat bu insanlara haksızlıktı. Etrafı inceleyerek çarşının olduğu yere kadar gelmiştim.
Çarşıya ayak basmamla sıcacık bir ortam karşıladı beni. Renk renk, üzerinde harika eşyalarla dolu olan tezgahlar, tezgahlarında ki malları satmak için bağıran satıcılar ve alışveriş yapan insanlar. Rengarenk, çeşit çeşit kumaşların bulunduğu bir tezgahın başında durdum.
"Ne bakmıştınız efendim?" Satıcıya gülümseyip elimdeki mürdüm rengi kumaşı uzattım.
"Bunu alabilir miyim?" Satıcı gülümseyerek elimdeki kumaşı alıp sardı. Kumaşı elinden alıp bir kaç altın verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sarayda Bir İranlı #Wattys2016
Historical FictionSafevi Hanedanı ile Osmanlı Hanedanının bitmez tükenmez düşmanlığı.. Osmanlı ve İran yıllarca birbirleriyle savaşmış ve birbirlerine düşmanlık etmişlerdir. O yıllarda yine Osmanlı İran'la büyük bir savaş içerisindeydi. İran'a bir Osmanoğlu giremezdi...