Önümdeki devasa kapıyı iki elimle tutup açmak için yürümeye başladım. Kapının ağırlığıyla bugünkü işimin ağırlığının bu kadar orantılı olacağını bilseydim, dünkü yorgunluğumu bahane edip teyzeme binbir türlü oyunlar oynayarak işe gelmemek için elimden ne geliyorsa yapardım.
Karşımda sonsuzluğa gidiyormuşçasına uzanmış bir depo vardı.
Ve ağzına kadar doluydu.
Ağlama isteğim göğsümün ortasından yavaş yavaş gözlerime çıkarken sızlanıp içeri birkaç adım attım. Her yeri sarmalamış plastik, deri ve kullanılmamış kumaş kokusu ciğerlerimi de doldurmayı başarmıştı. Bu geniş alanın dört duvarı da malzemeler tarafından kaplanmış durumdaydı ve benim sorumlu olduklarım ileride, köşede sırıtıyorlardı.
Burası Camp Nou'nun bir nevi malzeme deposu gibi bir şeydi. Yüzlerce şişirilmemiş top poşetler içinde sağ tarafa yığılmıştı. Onları plastik huniler, çubuklar ve aklınıza gelip gelemeyecek türden antreman malzemeleri takip ediyordu. Daha büyük eşyaların olduğu sol tarafta ise büyük kale demirleri ve fileler kurulmamış halde üst üste, sahayı boyamak için kullanılan beyaz boyalar ve ne olduklarını anlayamadığım bir sürü şey duruyordu.
Tam karşıdaki duvarda ise paketlenmış halde bana sırıtan konfeksiyon ürünleri vardı. İçlerinde internet sitesinde veya mağazalarda satılan orjinal kıyafetlerden, FC Barcelona bayraklarına kadar her şey vardı ve hepsi birbirine girmiş vaziyetteydi. Teyzemin anlattığına göre şehir dışındaki diğer depo birkaç kez soyulmaya çalışıldığı için ürünler bu ay buraya getirilmişti. Normalde bu depoda sadece antreman malzemeleri duruyordu.
Benim görevim ise yerin iki kat altındaki bu depoda okuduğum bölüme dair her şeyi düzenlemekti. Bunu tek başıma yapmak günlerimi alacağından söz verdiği gibi teyzem yanıma birkaç kişi bulsa iyi ederdi.
Konu işe ve eğitime gelince teyzem aslında katı bir kadındı. O da zamanında benim gibi stajyerken ayak işleri yapmış ve canı çıkana kadar çalıştırılmıştı. Bir nevi ona hayatı öğreten o eğitimden benim de geçmemi istiyordu. Yani onun yanında çalışmanın benim için kolay olacağını düşünmüş olsam da, şimdi hayallerimin suya düştüğünü görebiliyordum.
Fakat zor olan, her zaman sizi güçlü kılar ve ilginizi çekerdi.
Derin bir nefes alarak bu devasal odanın karşısına yürürken işi gözümde büyütmemeye çalışıyordum. İlk olarak tüm formaları bir kenara dizmekle başlamaya karar verdim ve elimi forma yığınına attığımda ilk gelen isim 7 numara, Arda'ydı. Omuz silkip tüm Arda'ları aramaya koyuldum.
Sonunda geriye kalan son isim; Marc'ın formaları arasında boğuşurken ne kadar vakit geçtiğini hesaplayamamıştım bile. Hızlı olabilmek için önümdekilerden başka bir şey düşünmemeye o kadar odaklanmıştım ki anca "Orada biri mi var?" diye seslenen sesle kendime gelebilmiştim.
Ürkmenin sonucu olarak eğildiğim yığının içinden hızla çıktığımda, bir sürü poşet üstüme düştü. "Hay aksi." diye söylendim ellerimi başımın üzerine siper etmiş halde tişört yağmurunun son bulmasını dilerken. Birkaç saniye sonra her şey bittiğinde yavaşça arkamı döndüm.
"Hey," dedim birkaç metre ötede dikilen çocuğa bakarak. Üstünde mavi siyah kulüp saç tutamını üfleyerek geriye attım.
"Ah, özür dilerim, bir yerin incinmedi ya?" çocuğun yüzü aklımda yunan tanrılarının resmedildiği mükemmel tabloları canlandırmıştı. Pürüzsüz yüzünde küçük bir endişe ifadesini misafir eden kaşlarının ortası, ince bir çizgiyle içeri çökmüştü. Kaşları birbirine yaklaşmış ve gözleri kısılmıştı. En fazla bir efsane olabilecek kadar yakışıklı görünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
in the night. neymarjr
FanfictionYine de sakin kalmaya çalışıp sesimi yükseltmeden ona sordum; "Bak, insanlıkla sorayım. Benden uzak durman için ne yapmam gerekiyor?" dedim. Sesim çatallanıyordu. Bana olması gerektiğinden daha fazla yaklaşıp, kafasını hafifçe yüzüme eğdi. Hayatım...