Adımlarım,tahmin ettiğimden daha hızlıyken geride bıraktığım eski apartman daireme gözümün ucuyla minik bir bakış attım,ardından arabalar ve insanların sakat ruhlar taşıyan bedenleriyle dolu sokağa yöneldim.
Dünya anlamsız bir oyundan ibaretti ancak içlerinizdeki minik çocuklar bu oyunu oynamaya bayılıyorlardı.
Benimki ise yaldızları düşmüş paketinin eskimiş kartonları içinde,siyah gözyaşlarıyla kendi Tanrısı'na dua ediyordu.O,hiçbir zaman bu küçük anlamsız oyuna katılmamıştı.Kendi cehenneminde dizlerini karnına çekmiş ve minik elleriyle melek yüzünü kapatmıştı.
Masumdu...Ama cehennemdeydi işte,hayat herkese adil davranmıyordu.
Adımlarım ruhumla aynı senkronda ilerlerken köşeyi,ifadesiz ve düşük bir surata yoldaşlık eden sıkılmış bir ruhla döndüm.
Ancak ruhum aynı halinde kalamadı çünkü cehennemindeki minik kız bir anda bağırmaya ve ellerini çırpmaya başlamıştı.Ruhum yolun ortasında çakılı kaldı;bedenim ise isyan edercesine paslanmış dizlerime yüklendi.
Karşımdaki yıllanmış duvarlarla süslenmiş kitapçının kirlenmiş camlarının arasından gözüme takılan bir silüet beni neden bu kadar derinden vurmuştu,anlayamıyordum,anc-ak kendimi bu siyahlığa doğru yürürken buldum.
Yaya geçidinin şeritleriyle süslenmiş yoldan arabalara rağmen yavaşça geçerken ağzıma dolan o metalimsi tat beni kendime getirmeye yetmedi.Gözlerim sanki ona mühürlenmişti ancak bu o aptal insanların uydurduğu 'ilk aşk' gibi zırvalıklardan biri değildi.Ruhum koşmaya başlamıştı ancak bedenim acele etmiyordu.
Bu duyguyu miniğimle tatmıştım sadece. İkinci kere hissetmek...fazlasıyla garipti.
Eskiden,daha minik bir kızken bile sokakta bir elinde pamuk şeker,diğer elinde annelerinin güven verici baş parmağı olan çocuklara hayranlıkla bakardım.Bu benim beynimdeki enkazdan ve cennet kokan cehennemimden çıkıp,biraz olsun gökyüzüyle dans etme yöntemimdi.
O zamanlar ruhum daha yürümeyi bilmiyordu ve tüm siyahlığıyla içimde,düşüncelerimle boğuşuyordu.
Bir gün,eski apartmanımın çatısında otururken sarı saçlarımı birisi ellerine dolamıştı ve ince,çocuksu sesiyle şen şakrak kahkalar atmıştı.Kim olduğunu bilmiyordum ama arkamı dönersem saçımın bukleleriyle oynamayı keseceğini biliyordum.Çocuktuk,minik gözlerimle sevimli bir bakış atsam bile koşarak gidip annesinin güvenli olarak benimsediği kollarına sığınacaktı.
Benim güvenli bildiğim kollar olmamıştı hiç... 'Ne şanslı çocuktu!' bile diyemezdim onun için ancak şimdi olsa söyleyiverirdim yüzüne, "Ne şanslı çocuktun be miniğim!"
Ben de hiç hareket etmemiştim gitmemesini isteyerek,daha sonra oturduğum çatı kenarındaki ince betona o da oturmuştu.Minik bacakları benimkiler gibi bağdaş değildi,o boşluğa sallandırıyordu miniklerini.
Kahverengi saçlarını karıştırıp dağıtmama bayılırdı.Onunla her gün buluşur,saçlarını benim pembe minik tarağımla tarar ve parmaklarımı saçlarına daldırıp kahkahalarla dağıtırdım.Benimkiler ise,her zaman o intikam almasın diye sıkıca topuz yapılmış olurdu.Gülay Teyze,her seferinde böyle yapmama şaşırırdı ancak onu aldırmazdım.
Yine topuz,yine topuz...
Sonra minicik yaşıyla kansere yakalandı miniğim.Ama bu,onun bildiği kovalamaca gibi oyunlardan değildi.O bu sefer kaçamadı. Ben de onun olmayan saçlarını taradım,o saçları gerçekmişçesine güldü.Ben yine onunla oturup Gülay Teyzeyi kötüledim,o ise yatağında doğruluyormuş gibi yaptı beni dinlediğini kanıtlarcasına.
Kemoterapiler,ameliyatlar derken yıllar takvim yapraklarıyla boğuştu;ben ise yatağının yanındaki birlikte üstüne ejderha,oyuncak ayılar ve dinazorlar çizdiğimiz pembe koltukta 4 yılımı geçirdim.
Duvarlardaki,ressamlardan koparılmış eserlerle konuştum,tekerleme söyledik gülerek;ben koltukta zıpladım,oda kendi zıplıyormuşçasına güldü.Gücü kalmamıştı içinde büyüyen karanlıktan.Zıplayamadı benimle.
Yine bir gün ben gözlerimi dudaklarımda masum bir tebessümle kapamışken ameliyata gitmişti o.Bekliyordum onu yine gözleri kapalı ama kalbi atarken görmeyi.
O zamanlar aynı bedende olduğumuz minik kız Gülay Teyzenin bana onu nasıl bırakmak zorunda olduğumuza dair bir yalan söylerken boktan hayatımızı da yanımıza aldık.Daha sonra o yaldızları olmayan paketini Tanrısı'ndan çalıp içine korku ve büyük bir hüzünle saklandı.
Sana da ağır geldi değil mi minik kızım? Taşınırken yürüdüğümüz yolda ayakkabıların parçalandı,sen de saklanmayı tercih ettin.
Ona her yıl minik delikler açtım,gökyüzü onun da dünyasına dolsun diye.Ancak ne kadar çok delik açarsam açayım bakmadı dışarı o,almadı nefes.Minik ellerini kapadı melek yüzüne.
Belki de beni ona çeken,içimdeki minik kızın ona göz ucuyla dışarı,karanlığına bakmasıydı.
Ve onu gördüğü zaman paketini nurdan gözyaşlarıyla yaptığı yaldızını yapıştırdı,ben de ona sürüklendim.
"Sakın," dedi içimdeki siyah ruh. "Minik kızı aldırırsan,yine yıkılırsın. Ve bundan sonra,ben de sana gökkuşağı sunacak bulutlara gebe kalamam."
Nasıl onu dinleyebilirdim ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Buluttan Şeytan
Teen FictionCehennem,tehlikeli bir oyundur. Siyah ruhlar ve minik insanlarla harmanlanmış bedenim,haykıran beynim ve paslanmış dizlerim karşımda bana bakıp zebanilerini üstüme salan şeytanıma içlerinde taşıdıkları minicik benlikleriyle tapıyorlardı. Karşımdak...