Odamın büyük camlarından içeri giren güneş ışığı piyanonun tuşlarına yansıyordu. Akşam ki konser için biraz alıştırma yapıyor parmaklarımı aktif hale getirmeye çalışıyordum. Müziğe sakinlik kattığım noktada kapının çaldığını duydum. Gidip kapıyı açtım.
"Buyurun."
"Timur Tunalı?"
"Benim."
"Kargonuz var. Şuraya bir imza alabilir miyim?"
"Tabii. Kimden geldiğini öğrenebilir miyim?"
"İsimsiz."
Kargoyu alıp imzamı attıktan sonra, içeri girdim. Kutuyu elimde bir müddet çevirdikten sonra içinde ne olduğunu çalıştım. Üzerindeki kargo poşetini yırttığımda, içinden küçük kara kaplı bir defter çıktı. Kapağını araladığımda, 'Bu defter Hazar Başer'e aittir.' cümlesi yazıyordu. Arka sayfaya geçmeden acaba yanlış kişiye mi gönderildi diye düşündüm ama kargonun üstünde; adım soyadım, açık adresim olarak verilen bilgiler gayet doğruydu. Yanlış olması imkansızdı. Arka sayfayı çevirip okumaya devam ettim.
"Merhaba, bunu neden yapıyorum bilmiyorum. Bir şeyleri anlatmaya ihtiyacım var mı ya da birilerine sesimi duyurmaya... Sadece bugün beni yazmaya iten değişik duygular içerisindeyim. Bu cümlelerim günün birinde annem veya babam tarafından okunacak mı bilmiyorum, okuduklarında ne düşünürler bilmiyorum ama ne yapmam gerektiğini biliyorum. Açık yürekli olmalıyım ve şu andan itibaren kendime söz veriyorum. Bundan sonrası tüm açık yürekliliğimle...
15 Haziran 2015
Genelde duygu geçişleri düzenli olan bir insanımdır. Fakat bugün diğerlerinden çok daha farklıydı. Sabah istemeye istemeye yatağımdan kalkmak zorunda kaldım. Babam başıma gelmiş, servisi kaçıracağım diye söyleniyordu. Neredeyse kendimi çivilemek istediğim yataktan sürünerek kalktım. Aslında hareketlerinde yavaş bir insan değilimdir ama asla büyümeyen şımarık çocuklarla aynı ortamda bulunmak gerçekten ruhumu daraltıyor. İşte bu istemsizlikle saçlarımı tepemde topuz yapıp masaya indim. Annem yeni kitabını bitirdiği için artık bize katılmaya başlamıştı. Beni öyle görünce,
'Hadi ama bu kadar da pasaklı olma.' diye söylendi. Bende ona dudak büzerek karşılık verdim, o ise beni öpücükle ödüllendirdi.
'Yeni kitabın tam anlamıyla bitti mi yoksa küçük düzenlemeler adı altında 3 ay sonra mı görüşüyoruz anneciğim?'
'Merak etme, bu sefer bitti. Bakalım beğenecek misin?'
'Sabırsızlıkla bekliyorum. Baskısı ne zaman peki?'
'Sanırım 1 ay sonra basılacak. Editör son kontrolleri yapıp yollayacak. Ondan sonrası matbaanın işi ama senin baskıyı beklemene gerek yok. Bunu biliyorsun.'
'Sende biliyorsun ki, elime alıp okumayı daha çok seviyorum. Sayfaları hissedip kokusunu içime çekmeliyim.' diyerek güldüm.
Bu konuşmaların geçtiği kahvaltımızdan sonra servisin sesini duymuş ve mutlu anlarımı terk etmek zorunda kalmıştım. Eşyalarımı alarak servise bindim. Ne var ki müzik çalarımı odamda unutmuştum ve klasik müzik seven ben servisin radyosundan çıkan müziğe mecbur kaldım. Bir de gereksiz öğrencilerin, gereksiz sohbetlerine. Neyse ki bugün okulun ve lisenin son günüydü. Üniversiteye dair güzel hayallerim var. Hayal ettiğim insanları belki orada bulabilirim. Belki biraz daha mutlu olabilirim fakat bunun için bu son günü atlatmalıydım. Okula geldiğimde, hummalı bir koşuşturmanın olduğunu fark ettim. Son günü fırsat bilen okulun sümsükleri, topuklu ayakkabılarını ayaklarına geçirmiş, boya kovasından çıkmış, kollarında 'Channel marka Amerika'dan aldıkları' çantalarıyla podyumda(!) yürüyorlardı. Bir anda hepsini uyandırmak istemiştim. Hey millet burası lise! Sadece göz devirip ilerlemekle yetindim. Akşamki konserim için gidip piyanonun son kontrollerini yapmalıydım.
Evet, 'Okula Veda Partisi'nde açılışı klasik müzikle ben yaparken, kapanışı da KLON adında alternatif rock grubu yapacaktı. Bazen yaşımın 18 olmasına çok şaşırıyorum. Yaşıtlarım; anormal derecede saçma şeyler dinleyip 'sanatçı' adı altında insanları nitelerken, ben; bunların hiçbirini yapmıyorum. Gürültüye katlanamıyor, sükûneti yaşam tarzı haline getiriyorum."
Defteri masanın kenarına fırlattım. Ne saçmalıyor bu? Tamam, bende sükûneti yaşam tarzı haline getirdim ama hiçbir emeğe gürültü demedim. Bu kız; grubuma, emeğime; gürültü deyip bu defteri neden bana yolluyor? Beğenmek zorunda değilsin! Ne yaparsın çocuk! Sakinleşmek için mutfağa girdim ve kendime güzel bir kahve yaptım. Kahve kokusu burnuma dolarken gözlerim deftere kaydı. Hızla elime aldım. Acaba gürültü olmak dışında, başka ne tarz hakaretlerle karşılaşacaktım.
"Bir an bu okulda son günümü yaşadığımı fark etmiştim. Her ne kadar arkadaşlarımı hazetmiyor olsam da, öğretmenlerimi, bu okulun bana kattıklarını daha da önemlisi çocukluğumu burada bırakacaktım. Belki de en duygusal olanı buydu. Artık beklenen, olgun olmamdı. Zaten öyleydim ama bu resmileşiyordu. Gerçi ülkemizde, ailelerin çocuklarını istediklerinde büyük, istediklerinde küçük görmeleri bir kanun görevinde. Bu durum bizim ailemizde biraz daha az olsa da bundan kaçış yok. Fakat artık şartlar değişiyor. Bugünden sonra bir lise öğrencisi değil, bir üniversite öğrencisi olacağım. Şu sözlerimi tekrar okuduğumda kendimi her ne kadar diğerlerinden farklı olarak nitelendirsem de aslında çokta farklı değilim. Tam da bir lise öğrencisine yakışır şekilde kendimi büyütmeye çalışıyorum. Okula son kez bakıp, konser alanına ilerlemiştim.
Alana yaklaştıkça sesler netlik kazanıyordu. Kapanış grubu provasını yapıyordu. Solistin,
'Son tekrar, bir, iki, üç' sesiyle adımlarımı eşleştiriyordum. Hafif bir gitar solosundan sonra, o sesi duydum. Kafamı kaldırdığımda; karşımda, mavi gömleği, beyaz tişörtü, siyah pantolonu ve tenine yakışan bileklikleriyle... Şarkısını söylüyordu. O an ben onun için yoktum ama o benim için ne oluyordu? Gözlerimi dikmiş her hareketiyle dalgalanan kumral saçlarına ve beyaz yüzüne bakıyordum. Yakınlarını kaybedenler en çok sevdiklerinin sesini unutmalarından yakınırlardı, bu ses ölsem bile akılda kalacak nitelikteydi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SES
Aktuelle Literatur"Merhaba, bunu neden yapıyorum bilmiyorum. Bir şeyleri anlatmaya ihtiyacım var mı ya da birilerine sesimi duyurmaya... Sadece bugün beni yazmaya iten değişik duygular içerisindeyim. Bu cümlelerim günün birinde annem veya babam tarafından okunacak mı...