Part:2
"Bir saniye, ne?" diye kekelediğinde, yüzündeki şaşkınlığın ufku açık, alnı kırış kırıştı. "Beni zamanda geriye mi gönderiyorsun?"Olayları inkar eder gibi ses tonundaki alay kırıcı görünüyordu ama sorun etmek için çok fazla kez bu anı yaşamıştım. Onun her tepkisini, her ses tonunu biliyordum.
"Yani, teknik olarak evet. Zaman, bildiğin üzere, sadece senin evreninde var. Benim geldiğim yerde işler farklı." Ona hiçbir şey açıklamaya iznim yoktu. Bu yüzden, üstü kaplı bir şekilde konuştum. Üzerindeki gömleğin kollarını kıvırdığı anda bile, o tuhaf aurasından bir şeyler sezdiğini anlamıştım. Belki de Tanrı olmadığımı düşünüyordu. Ve haklıydı da.
"Senin geldiğin yerde?" dedi. Hala kuşkuları var olsa bile, bulunduğumuz yerin sakinliği tüm kelimeleri yutuyor gibiydi.
"Tabi ki", dedim, "Ben de bir yerlerden geliyorum. Başka bir yerden. Ve benim gibi başkaları var. Oranın nasıl olduğunu bilmek isteyeceksin, biliyorum, ama açıkçası anlatsam da anlamazdın." O fani kalbi, bu tür şeylere dayanamaz, unufak olarak yerle bir olurdu belki de. Hızlı solukların artışını bile duyabiliyordum.
"Hı," dedi, biraz hayal kırıklığına uğrayarak. Ama bir şeyleri anlamış olması muhtemeldi. "Bir saniye. Eğer zaman içerisinde başka başka yerlere reenkarne oluyorsam, bir noktada kendimle karşılaşmış olabilirim." Akıllı olduğunu her zaman biliyordum. Bu onun, yaradılışında vardı.
"Tabi. Sürekli oluyor. Ama iki hayat da sadece kendi ömürlerinden haberdar oldukları için farkına bile varmıyorsun." Bir şeyler açıklamak, artık o kadar da kötü görünmûyordu. Sanki dilim, ne söyleyeceğini biliyor gibiydi.
"O zaman bütün bunların ne gereği var?" Allak bullak oluvermiş zihni, bunu kaldıramayacak gibi duruyordu ama devam ettim.
"Cidden mi?" diye sordum. "Cidden? Bana hayatın anlamını soruyorsun? Biraz beylik bir soru değil mi?" Alaya atılmış soruşum, onu sinir ettiğinde, bu anı hiç bir şekilde daha önce yaşamadığımı farkettim. Kaderi değişiyor olabilir miydi?
"Gayet akla yatkın bir soru," diye ısrar etti ama. Ne oluesa olsun, inatçıydı.
İnatçı adamım. Sevdiğim.
Gözlerinin içine baktım. "Hayatın anlamı, bu evreni yaratmamın tek sebebi, senin olgunlaşman." Bu hayatın tek sebebi seni sevmem.
"İnsanoğlunu mu kastediyorsun? Olgunlaşmamızı mı istiyorsun?" Hiçbir şey bilmediğinden sinirlendiği o kadar belliydi ki, ilk defa sinirli olduğunu farkettim. Acizlik ona zor geliyor olmalıydı.
"Hayır, sadece sen. Bütün evreni senin için yaptım. Her hayatla beraber büyüyor, olgunlaşıyor ve daha büyük bir zeka oluyorsun." Yalan değildi. Çevreyi gösterdim, ucu bucağı olmayan beyazlığı. Ona göre tabi.
"Sadece ben mi? Diğerleri?" Daha fazla kanıt, daha fazla cevap istiyordu.
"Başka kimse yok," dedim. "Bu evrende, sadece sen ve ben varız." Kelimeler dudaklarımdan çıktı an pişman oldum. Asla söylememem gereken şeyleri aşıyordum. Bakışları, olmayan ruhumu deliyordu.
Boş gözleri, üstümde her ne varsa orada dikili kaldı."Ama dünyadaki o kadar insan..." Onu susturdum. Bildiğinden çok fazla şey öğrenmişti. Ama yine unutacaktı.
Beni de.
"Hepsi sen. Senin başka cisimlerin." Sakince söylediğimde, kahve gözleri kocaman oldu. Neler olduğunu anlayamıyordu. Büyük ihtimak aklımı oynattığımı sanıyordu ama hayır, her şey gerçekti.
"Bekle. Herkes ben miyim?!" Anladığında, gülümsedim.
Sırtına bir tebrik şaplağı ile beraber "İşte şimdi taşlar yerine oturuyor,Jongin" dedim. Ona bu ismi ben vermiştim, milyonlarca yıl önce. Ama o, şu anda bu değişik kelimeye takılmadı.
"Bütün zamanlarda yaşayan bütün insanlar ben miyim?" Asla susmuyordu. Gömleğinin düğmeleri stresten oynaması ile neredeyse kopacaktı ve dikkatimi dağıtıyordu. Durmadan oynayan elinin üzerine elimi koydum.
Titrediğini biliyordum. Elim muhtemelen çok soğuktu.
"Ve yaşayacak olan, evet."
"Abraham Lincoln ben miyim?" Komikti. Ama hepsinde doğruydu.
"Onu öldüren John Wilkes Booth da sen," diye ekledim.
Dehşet içinde "Hitler'im?" dedi.
"Ve öldürdüğü milyonlarsın." Ölüm, bu korkunç dönüm arasında hiçbir şeydi.
"İsa'yım?" Tanrı'ya inandığı hakkında bir fikre sahip değildim ama elinin üzerine koyduğum elimden, çoktan dikkatler dağılmış görünüyordu.
"Ve onu takip eden herkes." Keskinlikle söylediğimde, sessizliğe gömüldü. Bu onun için çok fazla oluyordu, yatıştırmak için elini okşadım. Ama bu onu daha fazla germişti.
"Ne zaman birine haksızlık etsen," dedim, "kendine haksızlık ediyordun. Yaptığın bütün iyilikleri de kendine yaptın. Yaşanmış ve yaşanacak olan bütün mutlu ve üzgün anlar, senin tarafından yaşanacak." Yine de, bu kadar çok şey bilse de, bilmese de unutacağını bildiğimden söyledim. Aslında hiç ölmüyordu. Hep buradaydı.
Düşünceye daldı. Oralarda bir yerde olmak istedim.
"Neden?" diye sordu. "Bunları neden yaparsın ki?" Ben yapmamıştım ama nedeni biliyordum. Her zaman birileri olurdu. Milyarlarca yıl sonra bile.
"Çünkü, bir gün, sen de benim gibi olacaksın. Çünkü bu sensin. Sen benim türümdensin. Sen benim çocuğumsun." Büyük bir yalandı. Ama bu kadarı onun için kâfiydi. Eğer bir yerlerde Tanrı var ise, görünmüyordu. Şimdilik Tanrı ben olabilirdim.
İnanamayarak, "Ne?!" dedi. "Benim de bir tanrı olduğumu mu söylüyorsun?" Gülmek istiyordum ama dudaklarım var mıydı?
"Hayır. Daha değil. Sen ceninsin. Hala büyüyorsun. Bütün zamanlardaki bütün insan hayatlarını yaşadığın zaman, doğacak kadar büyümüş olacaksın." Bir bebeğin büyümesi gibi. Keşke Jongin'den bir bebeğim olabilseydi..
"Yani bütün evren," dedi, "sadece..." tıkandı, konuşmadı. O durumda ben olsaydım ne yapardım diye düşünmek istedim ama empati diye bir şey bende yoktu. Ben insan değildim.
Ama sevebiliyordum. Bu çok garipti.
"Yumurta." diye yanıtladım. "Yeni hayatına başlamanın zamanı geldi." Ona Jongin demek yerine, aynı bir bebek gibi seslendim. Spermi yeni içine alan bir yumurta gibi. Ana rahmine hoşgeldin.
Ve onu yoluna gönderdim; beni unutacağını, ama yine de bana geleceğini bilerek. Arkasından seslendim.
"Seni seviyorum, yumurta." Soluğum olsaydı, bunu söylerken nefesim kesilirdi. "Benim ismim Tanrı Sehun!"
Hayat, yalanların karanlık saatiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Darkest Hour || Sekai (One Shot)
Фанфик"Başka kimse yok," dedim. "Bu evrende, sadece sen ve ben varız." One shot / sekai