"Şu bir saatlik buluşmamızda kendin ile alakalı tek kelime etmedin."
Elleri ekranda kayıp duruyor, arada kulaklarıma süzülen klavyenin metalik sesi ve minik tebessümler suratımı anında düşürebiliyordu. Düz ve soğuk bir ses tonuyla belki ilgisini çekebilirim diye cevap verdim :
"Senin bahsettiğin o bir saatlik buluşmanın elli dokuz dakikası gelen mesajlara cevap vermenle geçti, haberin olsun."
Elleri ekranda kaymayı kesti ve yüzünü esir almış minik tebessüm koşarak uzaklaştı. Dudaklarımı büktüm usulca önce, şikayet etmeye hazırlanıyor gibiydim ancak ağzından dökülen kelimeler beni anında susturmaya yetti. "Keşke minik kızımı da getirseydim." dedim kendi kendime. Şeytanım, göründüğü kadar tehlikeli görünmüyordu gözüme.
"Artık kendinden bahsedecek misin, güzelim?"
Kabul etmeliydim ki, okulda her kıza söylenen en klişe lakaptı bu; ancak cennet dudaklarından dökülürken bu kelime, anında cehenneminden kaçan bir meleğe dönüşmüştü kalbime bulutunu üflerken.
"Peki Şeytan, peki. Anlatıyorum... Bize Tanrı ruh üflemeyip yeryüzüne fırlattığında gözlerim ilk bir sokak kedisini görmüştü. Sonra beni bir abla bulmuş çıplak ve ağlayarak titrerken. Gülay abla... Çok katı kuralları vardı ve tüm çocukluğum ev işi yaparak geçti. Bir de miniğim vardı tabii. Onunla hep oynardık, saçlarını dağıtırdım ama intikam almasın diye hep sıkıca topuz yapardım saçlarımı. Bir gün, onu yine hep oturduğumuz ve tanıştığımız yer olan apartmanın çatısına çağırmıştım ancak annesi gözlerinin altı mor ve saçları dağınık bir şekilde geleneyeceğini söylemiş, hatta o yorgunlukla kapıyı yüzüme çarpmıştı. Çocuk olduğum için pek takmamış, yine kendi başıma takılmıştım.
Gün veda edip gece kendini göstermeye başladığında bile dönmezdim eve. Gülay teyze zorla eve sokardı beni, ardından hasta olurdum. O gece sanki ne olduğunu anlamış gibi beni yalnız bırakmış, eve kendim gitmiştim ilk defa. Sonra öğrendim ki kanser teşhisi konmuş, minik vücudu dayanamayınca hastahaneye esir düşmüş. 4 yılım onu beklemekle geçti, sonra Gülay abla annem ve babamın beni İstanbul'da beklediğini söyleyerek Ankara'dan apar topar sürüklemişti beni. Halbuki severdim ben miniğimle gökdelenleri ve tepedeki Anıtkabir'i gören manzarayı seyretmeyi. Neyse, beni terk eden bir çift insan tabii ki orada değillerdi ve bir yalanla daha yeni hayatıma merhaba demiştim. O zamandan beri İstanbul'da, minik bir apartmanın eski bir dairesinde tek başıma yaşıyorum. Gülsüm teyze iki sene önce bir kalp hastalığından vefat etti, ben de kaldım öylece işte. Güzel sanatlar okuyorum ve bu sene üniversite sınavına gireceğim ancak benim seninle tanışmadan önceki ruh halimi görenler ara verip rehabilitasyona uğramam gerektiğini söylüyorlar ancak cidden umurumda bile değil. Çalışmadım, ancak girmek istiyorum... Özetle bu kadar. Biliyor musun, seni daha çok fazla tanımayan birine bunları anlatmak daha kolaymış. Çünkü beni kafanda şekillendirdiğin gibi yargılayamazsın ve o kalıba uymadığımı söyleyemezsin. Herneyse, haydi sen de anlat. Cehenneminde ne yaşadıklarını merak ediyorum.Ayaklarımı bağdaş yaparken sürekli kuruyan dudaklarımı minik bir dil hareketiyle ıslattım ve onu cesaretlendirmek için çok sık yapmadığım bir şeyi yaptım;onun gibi bir de melek gülümsemesi sundum o kadar kelimenin üstüne,yemekten sonra hafif bir tatlıymışçasına.
Elleri sürekli elinde döndürüp durduğu telefonu yere bırakmaya yeltenirken alışık olduğum mesaj sesi kulaklarımı süzüldü ve gözleri anında ekrana kilitlendi.Peşi sıra gelen bir kahkaha ve anlamsız mırıldanmalar onu ayağa kaldırmaya yetti,bende ayağa fırladım onun gibi
"Cidden çok üzgünüm ancak gitmem gerekiyor.Hikayen...dinlenmeye değerdi.Birkaç gün sonra,burada yeniden buluşalım.Ne zaman olacağını bilmiyorum ancak o sürekli anlatıp durduğun siyah ruhun bana göz kırptığında seni bekliyor olacağım."
Elleri veda edercesine sağa sola sallandı,bende zoraki bir gülümsemeyi yoldaşı olarak yerleştirdim cebine.Ardından büyük ve hızlı adımlarla oyuktan atladı ve birkaç saniye sonra gözlerim onu görmemeye,beynimse sıktığı parfümünü ve melek gülümsemesini algılamamaya başladı.
"Umarım hiçbir melek cennetini kurmamıştır cehennemine..."diye düşünürken el zamanlı olarak oyuğun önüne yerleştirilmiş oynayan taşa bastım dikkatlice.Mavi deniz yine gözümün önüne serilince dudaklarımı büzüp kafamı iki yana salladım.Fazla umut dolu...Mavi...Kesinlikle benim rengim değildi~
Kilitlemeye gerek olmadığını düşündüğüm minik apartman dairemin içinden bana doğru uzanan el beni yine belimden kavrayıp rutubet kokan halısız koridoruma çekerken ilk iş yalnız bıraktığım minik kızıma göz kırptım sahta bir gülümsemeyle yalan söyleyeceğimi anlayacağını bile bile.Oysa bana ruhsuz ruhsuz kanlar damlayan deliğinden baktı kısa bir süre sonra yine minik ellerini yüzüne örttü,alışıktım böyle olmasına.Büyümeyen yaralı bir kızdı sadece,o da kendi çapında oyununu oynuyordu.
Üstüme ilk defa seçerek giydiğim kıyafetlerimi bir elimle çıkarırken diğer elimle da sabah istemeye istemeye düzelttiğim yorganımı dağıttım.Ardından içime anında gelen rahatlamayla gülümsedim yine.Şu sıralar çok gülümsediğim aklıma gelince siyah ruhum bir gün minik kızımı da kapıp anında içime yerleşti ve haykırışları yeniden beynimde dalgalanmaya başladı.
"İşte gerçek Bulut..."
Sütyenim ve kilodum ile girdiğim yatakta biraz depelendim rahatsızlıkla önce,sonra da içimdekileri umursamamaya çalışarak kapadım sıvası soyulmuş tavanıma doğru gözlerimi.Kalbime,tüm ruhum ve ona ihanet edercesine evladı gibi sarıp sarmalayan ümit beni kusmaya zorlarken,bir damla mavi kalbime damladı ümidin göz yaşı olarak ve ben anında atan kalbimin üstüne tırnağımla bir çizik attım,ardından biraz kanı elimin tersiyle sildim.Minik kızım siyah bir elbise giyiyordu,minik kurdeleli ayakabıları,tokları,gözleri,pakedi ve içinde ağlayarak yaşadığı dünyası... Hepsi siyahtı.Ruhum da o kadar buluttan gebe kalmasına rağmen siyahtı ve minicik bir mavi damla bile onları kül etmeye yeterdi.Bu yüzden gözlerimi sonsuz bir siyaha kapadım ve hayalsiz uzun bir geceye selam verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Buluttan Şeytan
Fiksi RemajaCehennem,tehlikeli bir oyundur. Siyah ruhlar ve minik insanlarla harmanlanmış bedenim,haykıran beynim ve paslanmış dizlerim karşımda bana bakıp zebanilerini üstüme salan şeytanıma içlerinde taşıdıkları minicik benlikleriyle tapıyorlardı. Karşımdak...