Telefonumu kapayıp "Ne oldu?" diye sordum. Luke bir şey demeden kolumu tuttuğu gibi hızla yürümeye başladı. "Kimden kaçıyoruz?"
Luke cevap vermedi. Yüzünden gerginlik akıyordu. Arkamıza baktığımda peşimizden gelen üç kamerayı ve patlayan flaşları gördüm. Önüme bakıp biraz daha hızlanmaya çalıştım. Artık koşuyorduk. Arkadan birinin "Bay Grace lütfen küçük bir söyleşi yapabilir miyiz?" demesiyle bütün muhabirler konuşmaya başladı. Koşmaya devam ederken Luke "Şu karşıdaki sokağa gir, dağılalım. Peşinde kimsenin olmadığından emin olduğunda meydana gel." diye fısıldadı. "Tamamdır."
Sokağı gördüğüm gibi ışık hızında döndüm ve sokak boyunca koşmaya başladım. Görebildiğim bütün sokaklara saparak gidiyordum. Arkama baktığımda kimse yoktu ama konuşmaları duyabiliyordum. Daha fazla koşmaya halim kalmadığından gördüğüm ilk kapıdan içeri girdim. Arkamdan kapıyı kapayıp yere oturdum ve geçmelerini bekledim. Nefes nefese kalmıştım. Bazı sesler duyuyordum.
"Lanet olsun nereye kaçtı şu!"
"Üzülme Mark. Yine de birkaç kare çektik belki içlerinden işimize yarayan bir şey çıkar. Çıkmasa bile koyarız. Manşetleri şimdiden görebiliyorum. Kimdi o yakışıklı zenginin yanındaki gizemli bayan?!"
Sesler kesildiğinde rahatladım. Koşmaya devam ediyorlardı. Birkaç dakika daha bekleyip iyice gitmelerini bekleyecektim. "Ne yapıyorsun sen?" .Başımı kaldırıp sesin kimden geldiğine baktım. Ayağa kalkıp "Ben-bende bilmiyorum" dedim korkuyla. Yüzünü iyice inceliyordum. O da gözlerini kısıp beni incelemeye başladı. Siyah saçlar, yosun yeşili gözler, burun yapısı bile her şeyi aynı.
"Ben seni bir yerden tanıyorum" dedi. Bende onu çok iyi tanıyordum. "Adın ne?" diye sordu. Söylersem beni tam olarak hatırlayabilirdi "Bilmene gerek yok" dedim. "Çok tanıdıksın. Ama nereden tanıdık olduğunu hatırlayamıyorum." İçimden hatırlama da zaten diye geçiriyordum. Elini uzatıp "Ben Evan" dedi. Elini sıkıp gülümsedim. Eli elime değdiğinde çok kötü olmuştum. Adeta kalbim acımıştı. Adını da söylediğine göre gerçekten düşündüğüm kişiydi o.
Evan Rogers. İlk okul hayatım boyunca tek arkadaşım o idi. Sadece ikimiz vardık. Birbirimizi o kadar çok sevip korurduk ki. Hiç ayrılmazdık birbirimizden. Her şeyini biliyorum onun. O da benim her şeyimi. Hayatımda kimseyi bu kadar önemsememiştim. Orta okula geçtiğimize, biraz da olsa büyüdüğümüzde ona ne kadar aşık olduğumu anlamıştım. Ama bu aşkın tarifi bile yoktu. Aynı yıl ailesi taşınma kararı aldığında dünyam başıma yıkılmıştı. Hayata küsmüştüm. Beni anlayabilen ve yanımda duran tek kişi, sevdiğim değer verdiğim tek kişi ellerimin arasından kayıp gidiyordu. Ona veda ettiğim zamanı her ayrıntısına kadar hatırlıyordum. Hiç ağlamadığım kadar ağlamıştım. Bana son kez sıkı sıkı sarılmıştı. Raven demişti o sakinleştirici sesiyle. Ne kadar zor olacağını biliyorum, o kadar acı çekiyorum ki o kadar çok özleyeceğim ki seni. Birbirimize yapacağımız işkenceden başka bir şey olmayacak. En iyisi birbirimizi unutmak. Ne kadar zor olacağının farkındayım ama yapmalıyız. Bunları söylemek o kadar canımı acıtıyor ki. O an gözünden bir damla yaş süzülmüştü. Bana iyice yaklaşıp hiç unutamayacağım bir öpücük vermişti. Saçlarımı okşayıp Seni seviyorum demişti. Elime ucunda küçük bir papatya olan ve şuanda da Luke'un vermiş olduğu kolyeyle birlikte taktığım kolyeyi vermişti. Verdiği günden beri boynumdan çıkarmadığım kolyeyi. En son o da ağlamaya başlamıştı. Elimi sıkıca tutup Lütfen unut beni diyip arabaya binmişti. Gitmişlerdi. Bir daha göremeyecektim. Yere oturup saatlerce orada ağlamıştım. Unut demişti. Unutamamıştım. Her gün yokluğu daha da canımı acıtıyordu. Luke bana her şeyi unutturan, yaralarımı kapatan kişiydi.
Şimdi o çocuk karşımda duruyordu. Bana biraz yaklaşıp "Bekle" dedi. "O kolye-"
Gözlerim dolmuştu. Daha fazla yaklaşmasına izin vermeden dışarı çıkıp ağlayarak koşmaya başladım. Arkadan "Dur!" diye bağırdı ama durmadım, daha da hızlandım. Göz yaşlarımdan önümü göremiyordum adeta. Meydanı görebiliyordum. Luke'un orda olabilme ihtimaline karşı yürümeye başladım ve gözlüklerimi çıkardım, göz yaşlarımı silip geri taktım. Meydana vardığımda kalabalığın içine girip Luke'u aramaya başladım. Biri kolumdan tuttuğunda endişeyle arkamı döndüm. Luke'tu. Rahatlayıp derin bir nefes verdim ve "Tanrıya Şükürler olsun" dedim. Gözlükleri ve şapkası vardı. Bana da şu büyük plaj şapkalarından uzattı. Takıp yürümeye başladık. Elimi tuttu ve "Sakın ilgi çekecek bir şey yapma" diye fısıldadı. "Asıl hedef sensin. Ne kadar şapka taksan da o sarı saçlarının altından farkı yok bayım". Güldü ve "Bu durumda bile bunu başarabiliyorsun ya prenses" dedi. "Neyi?"
"Beni mutlu etmeyi"
Gülümsedim ve yolumuza devam ettik. Aklımın bir köşesinde Evan vardı. Demek dediği gibi beni unutmuştu. Sonunda hatırlar gibi olmuştu aslında ama daha fazla dayanamazdım. Luke "Bavulları arabaya indirtmiştim, hemen gidiyoruz" dedi. Araba önümüzde duruyordu. Hızla binip yola koyulduk. Şapkamı çıkarıp arka koltuğa attım ve yolu izlemeye başladım. Bu gün gerçekten çok zor ve garip bir gün olmuştu. Çok kısa zamanda çok büyük şeyler yaşamıştım. Telefonumun titremesiyle gözümü yoldan aldım. Mesajın kimden geldiği yazmıyordu, sadece numarası yazıyordu ama kimden geldiğini çok iyi anlamıştım.Seni gerçekten unuttuğumu mu zannettin?
-Devam Edecek-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yalnız Başına
Teen FictionHiç kimseyle anlaşamayan. Kendinden başka kimsesi olmayan Raven hayata küsmüştü. Kimse ona adıyla seslenmezdi, sadece asosyal derlerdi. Hep alay konusu olur, hakaret edilirdi. Tek kaçışı oyunlarıydı, interneyti. Orda çokta tanımadığı birsürü arkadaş...