süründüm
sürünmeler bana yakışmadı,
uçtum.
gökyüzü alev aldı
kanatlarım yandı,
düştüm.
dövüştüm kendimle
mağlup düştüm
leşlerin başına üşüştüm
deştim
işin aslı;
ben de bir leştim,
ve koktum.#
Ertesi günüm ve ondan sonraki günüm de daha iyi geçmemişti. Uğultulu Tepeler'i dört kez elime aldıysam üçünde kapağını bile açmadım. Dalgındım, kahve yapmak için su ısıtıcısını çalıştırıp içine su koymayı unuttum. Yine de yaşıyordum. Henüz canıma kastedecek kadar kaybetmemiştim kendimi. Gündüz kanepenin üzerinde birkaç saat uyukladıktan sonra havanın kararmasını bekledim. Gün içinde sabırsızlandığım tek konu buydu. Güneş'in kayboluşundan sonra Ay'ın yeryüzünü selamlayışı. Aslında güneş bir yere gitmiyordu, o olduğu yerde duran dev bir ateş topuydu. Değişen ve hareket eden Dünya'ydı. Hala bunu kavrayamayan kişilerin var olduğunu bilmek insanlık için utanç verici olmalı. İnsanlık için utanç verici olan şeylerden biri de gezegenlerin yaratıcı olduğunu düşünmeleriydi.
Tarihte insanlık bu evrendeki varoluşlarını anlamlandırabilmek ve dünyaya terk edilişlerini kabullenemeyişleri üzerine kendilerine bir ilah, yaratıcı aramaya başladılar. Bu öyle bir varlık olmalıydı ki hem bu evreni yönetebilecek güçte olmalı hem de varlığı ispatlanabilmeliydi. Güneş, bu tanıma kesinlikle uyuyordu. Büyüktü, canlı bir renge sahipti ve doğadaki birçok döngünün gerçekleşmesini sağlıyordu. Güneşe tapmaya başladılar. Tanrıları gökyüzündeki bu koca sarı levhaydı. Fakat bir gün, güneşin batışına şahit oldular, sarı levha ufuktaki dağların eteklerinde kaybolduğunda tam zıddı yönde başka bir şey gördüler: Ay. Ay ortaya çıktığında gökyüzü aydınlık halini yitirmiş, karanlık çökmüştü yeryüzüne, Güneş de dağların ardına saklanmıştı üstelik. İnsanlar bunun hakkında düşündü. Ay'ın gökyüzünün rengini değiştirebilecek mucizevi bir güce sahip olduğunu, Güneş'in de Ay'ın gücünden korkarak saklandığına dair bir hikaye uydurdular. Öyleyse Ay, Güneş'ten daha güçlüydü, Tanrı o olmalıydı! Bu da kısa bir süre sonra geçerliliğini yitirmişti, öyle ki saatler sonra Ay'ın da tepelerin ardında yok olup yerini Güneş'e bıraktığına şahit oldular. Tanrı insanları asla terk etmemeliydi. Ne Ay ne de Güneş Tanrı olamazdı çünkü ikisi de bir zaman sonra yok oluyordu. Bu yüzden onlardan vazgeçtiler, kendilerine el oyması kullalar yaparak her an yanlarında bulundurabilecekleri Tanrılar yaptılar. Tanrılarını var eden onlardı!
"Saçmalık.." diye mırıldanırken buldum kendimi yeniden verandadaki sandalyede otururken. Saat gece ikiyi bulmak üzereydi ve burada oturmak için neden bu saati beklediğime dair geçerli sebeplerim yoktu. Üç gecedir aynı şeyi yapıyordum. Bu sefer su ısıtıcısını olması gerektiği gibi çalıştırıp kendime bir kahve yapmıştım oturmadan önce. Saat ikiyi birkaç dakika geçiyordu ki kahvemden büyük bir yudum alırken yine onu duydum.
kiraz çiçeklerinin fısıltısı
Bu sefer rüzgarın yönünden olsa gerek melodiyi daha net duyabiliyordum. İnce bir tonla başlayıp daha sonraları yükselip alçalarak ruhumu yatıştıran bir kombinasyon oluşturuyordu. Sesin kaynağının bir yan flüt olduğunu tahmin etmiştim. Daha önce yakından görme fırsatım olmasa da az çok bu enstrümanın çıkardığı sesi biliyordum. Kahve fincanını elime alıp bahçe kapısına doğru ilerledim. Dar sokağa çıktığımda tam karşımdaki ağaçlık alana diktim geceden daha koyu gözlerimi. Oradan geliyordu. Tam karşımdan yüzüme çarpan rüzgar, ağaçlık alanın ardındaki bu sesi bana taşıyordu. Kaldırımın kenarına oturup kahvemin kalanını orada içtim melodinin içimdeki savaşı yatıştırmasına izin vererek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HURT//Sekai
FanfictionÇift: Sekai/Kaihun bir şeyler oldu bazı şeyler güzel, belirsiz, zamansız. seyrettim sahnede oynanan bir oyunken hayatım çıkıp akışı değiştiremedim seyrettim oyunu yönetecek gücüm varken, oturup sahne perdelerinin alev alışını seyrettim bir kibrit...