Bölüm şarkısı = Yüzyüzeyken Konuşuruz - Adam
Gözlerimi yavaş yavaş açtığımda gün yeni doğuyordu. Kırmızı, turuncu, sarı... Renkler iç içe geçmiş birbirlerine kucak açmıştı. Bir arada duran renkler öylesine karışık ve kutsal duruyordu ki... Elimde olmadan düşüncelerime benzettim renkleri. Birbirlerine karışık iç içe geçmiş düşünceler. Peki ya benim düşüncelerim de kutsal mıydı?
"Sana ait düşünceleri her daim kutsaldır. Kimse senin düşündüğünün aynısını düşünemez. Eşi, benzeri olmayan, olağanüstü her şey kutsal değil midir?" Demişti kuzenim Mert. Peki ben olağanüstü şeyler mi düşünüyordum. Her insan düşünürdü benim düşündüklerimi.
Yavaşça yatağımdan doğrulup ayağa kalktım. Bacaklarım bedenimi taşımakta zorlanmıştı. Tıpkı beynimin düşüncelerimi taşımakta zorlandığı gibi. Adımlarımı banyoya doğru çevirdim. Soğuk suyu yüzüme çarpınca, düşüncelerim de bir toz bulutu gibi yok oldu. Hadi kızım Çiler. Tak maskeni yüzüne anlamasın kimse kötü olduğunu. Yüzüme yerleştirdiğim gülümsemeyle koşarak odama gittim. Elime aldığım telefonla arkadaşlarımla açtığımız Whatsapp grubuna mesaj gönderdim.
"Günaydınlar efendim". Telefonumu bej rengindeki küçük komidinimin üstüne bırakıp dolabıma yöneldim. Siyah bir pantalon, siyah bir tişört ve gri bir hırka çıkarıp üstüme geçirdim. Kahverengi sırt çantamı da takıp odamdan çıktım.
"Günaydın" diye bağırdım mutfağa doğru. Elinde tuttuğu havuçu tavşan gibi yiyen Hakan
"Günaydın Abla!" diye bağırdı. Aynı şekilde ağabeyim de "Günaydın Fıstık" diye bağırdı. Annem hiçbirşey demeden kahvaltıyı hazırlamaya devam etti. Babam başını gazetesinden kaldırmadan okumaya devam etti. Dengesiz adam. Hep böyleydi bazen çok mükemmel bazen çok kötü...
Hiçbişey demeden ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Sonunda babamın dikkatini çekmiş olmalıyım ki "Kahvaltı etmeyecek misin?" diye bağırdı içeriden. "Bugün dersim 10 da başlıyor geç kalırım şimdi oturursam. Okulda yerim birşeyler." Alışmıştım. Kahvaltımı karton bardaktaki kahvelerden ve tostlardan yapmaya... Eğer şimdi oturursam o masaya mutlaka bir tartışma çıkarırdı annem.
Anahtarımı da alıp çantama attım ve evden çıktım. Merdivenleri zıplayarak inerken dilime dolanan şarkıyı mırıldanıyordum.
Bir gün yolda duran adama sormuşlar. Niçin geçmez buradan otobüsler dolmuşlar.
Ne garipti giden arabalar öyle? Küçükken babam arabayı her hızlı kullandığında bulutlar da bizle gelir sanardım.
Ve cevap vermemiş adam. Deli sanmışlar. Delirir insan diğer insanlar da bunu alkışlar.
Deliriyor muydum acaba?
Arayanlar onu hep aynı yerde bulmuşlar. Adını ondan değil de başkasından duymuşlar. Ve yemek yemezmiş adam zorla doyurmuşlar. Doyarken insan, diğer insanlarda bunu alkışlar.
Omzumda bir el hissettiğimde bakma gereği duymadım. Hissettim. Mert'in eliydi. Biraz yüksek sesle söylemeye başladık.
Hep böyle değilmiş adam konuşmuş çocukken falan küçücük ağızından çıkan her lafa kızmışlar.
"Nasılsın?"
"İyiyim sen?"
"Her zaman ki gibi mükemmelim" egolu çocuk...
Mert benim hayatımdaki sorgusuz en değer verdiğim kişiydi. Gözlerim kapalı uçurumun kenarına götürse "atla ben tutacağım seni" dese atlardım. Tutardı o sözlerini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADACYO
أدب المراهقينElimde tuttuğum uzun, kalın çubukla suyu karıştırmaya başladım. Karıştırdıkça daha da büyük çukur oluştu. Karıştırdıkça daha çok düşündüm. Karıştırdıkça acılarım büyüdü. Yavaşlattım. Sular, oluşan boş çukurun içine yığıldı... Acılarımda benim üstüme...