Çıkardıkları gün hemen geri döndüğü Toptaşı Tımarhanesinden Cabi Efendiyi kabul etmemişlerdi. O vakit, bilincini yitirdiği geçen dört sene zarfında gidip gelen zekâsı, milyonlarca beygir kuvvetinde bir elektrik fıskiyesi gibi parladı. Uslu akıllı, İstanbul'a geçti. Daha mahalleye gelmeden, dört senedir olup biten şeylerin esaslarım yolda tamamıyla anlamış gibiydi. Eve gelince oğlunu sordu. Odaya kazara bir dızdız girince, tepesinde şarapnel patlamış gibi korkup dışarı kaçan bu kahramanın ihtiyat subayı olduğunu, Irak cephesinde bir hücum taburunda bölük kumandanı bulunduğunu duyunca "lâ havle..." çekerek gülümsedi. Sonra bir hafta kadar genel durum belirlemesiyle uğraştı. Muhtelif semtlere seyahatler etti. Tenha sokaklarda gezindi. Ücra kahvelerde oturdu. Tekkelere girdi. Viranelerde yemek için ot toplayan kimsesiz, çaresiz kadınlarla konuştu. "bileşiminde nelerin bulunduğu belli olmayan" vesika ekmeklerine, günlerce, irili ufaklı büyüteçlerle baktı. Hatta bir gün tahlil ettirmeye bile kalktı. Gittiği meşhur kimyagerin baba dostuydu. Onun mahallede geçen çocukluğunu biliyordu. Önceleri biraz ahmaktı. Kerrat cetvelini bir türlü ezberleyemediği için mektepte adını "Beş kere beş, dübeş" koymuşlardı. Şimdi İstanbul'un en büyük, en saygın bir bilim adamıydı. Ekmeği iyice muayene ettikten sonra:
- Bunun içinde bir şey var... var, evet var ama ne acaba? dedi.
Cabi Efendi:
- Siz söyleyiniz oğlum ne var? deyince, birden: - Bir şey değil! cevabını aldı. Şaşırdı. Sol gözünü kırparak sordu:
- Ne dediniz, bir şey mi değil?
- Evet, bir şey değil, birçok şeyler var!
- Mesela birincisi buğday... arpa... Sonra daha neler var?
Meşhur kimyager, bu sualin karşısında, hakikati inkâr olunmuş bir ermiş adam gibi doğruldu:
Hâşâ! Bir fiske buğday unu yok! diye haykırdı. Elindeki siyah kütleyi eviriyor, çeviriyor, şaşırıyordu. Cabi Efendi, bu zengin kimyagere "vesika ekmeğini daha ilk defa mı gördüğünü" sormaktan kendini men edemedi. Onun seferberlikten beri ekmeklerini, hizmet ettiği hastaneden aldığım, şimdiye kadar hiçbir vesika ekmeği görmediğini duyunca, daha beter şaşırdı. Vatandaşlarının her gün geveleyip geveleyip de yutmaya çalıştığı şeyi göremeyecek kadar kendi işiyle meşgul olan bu âlim, şüphesiz bağnaz, tutucu bir "iş bölümü" uzmanıydı. İtirazdan çekindi. İçinden "Aferin koca dübeş sana..." diyerek kalktı. Kaçtı.
Müsrif(savurgan) zannettiği karısı, evin hayatını, kendisi yokken, en akıllı adamlar gibi zamaneye uydurmuştu. Sofraya yağsız bulgur lapasıyla bol bol su konuyordu. Hafta başı idareyi yine eline alınca, Cabi Efendi, hiç bu listeyi bozmadı. "Görmeden bir şeye inanmak" mesleği değilken, Hindistan fakirlerinin yıllarca bir avuç pirinçle yaşayabildiklerine artık inanıyor, "Zahir, insanı besleyen su olacak!" diyor, sonra, ilk ceddimizin sudan çıkma "balık azmanları" olduğunu iddia eden meşhur varsayımı hatırlıyordu.
Gel zaman git zaman, ama çok değil, az bir müddet içinde Cabi Efendi parasızlığa, açlığa, çıplaklığa alıştı. Artık onun için doğal yaşam yoksulluktu. İratlarından (gelir getiren şeyler) aldığı kâğıt liralar, eski gümüş çeyreklerin yerini bile tutamıyordu. Mahallenin en fakirlerinden daha ziyade fakirleşmişti. Muhit, telakkiler(anlayış), kıyafetler, hiç dört sene evvelkileri andırmıyordu. Eski karanlık kahvehanenin isli peykelerinde "eyyam ağaları" namı verilen, yeni türeme bir sınıfa, semtten de birçokları karışmış, Şişli'ye göç etmişlerdi. Avrupa'da, Amerika'da olduğu gibi frankla, dolarla değil, rayiç(geçer, tedavülde bulunan) akçe lira ile birkaç defa "arşı milyoner" olan bu eyyam ağalarından tanıdıkları hep sefiller, cahiller, ipten kazıktan kurtulmuş baldırı çıplaklardı. İki ev aşırı malul, fakir bir ihtiyarın Abdülvafi isminde bir oğlunu tanıyordu. İlkokulda apteshane duvarlarına kötü şekiller çizdiği için kovulmuş, bir daha hiç okumamıştı. Tulumbacılık, sarhoşluk, dolandırıcılık mesleğiydi. Bir gece Samatya'dan sarhoş dönerken, bir kireç kuyusuna düşmüş, yan belinden aşağısı yanmıştı. Mahallece merhamet edildi. Mazbata yapıldı. Birkaç ay Guraba Hastanesinde yatırıldı. Çıkınca yalancıktan rakıya tövbe etti.
