Hazal aldı kalemi;
Aysar evleneli ve ben Aktay'ın konağına geleli bir ay olmuştu. Gönüllü olarak gittiğim Kur'an kursundan sonra huzur bulabildiğim tek yer burasıydı.
Yine sonbahardı. Kurumuş yaprakların arasında ki büyük bir çınar ağacına bir salıncak kurdum. Konağın en büyük ağacı buydu.
Bir zamanlar Goncagül, Osman ve Bengü için ceviz ağacına kurduğum salıncaklara benziyordu. Salıncağı kurarken Aysar'ı düşündüm. Salıncak kurmayı hiç sevmezdi. Çünkü bunun için ağaca çıkması gerekiyordu ve o hep ağaca çıkmaktan korkmuştu. Ama o her zaman, ağaçtan korkmadığını yükseği sevmediği için ağaca çıkmadığını söylerdi. Salıncak kurmayı sevmediği gibi sallanmayı da sevmezdi. Ben ne zaman salıncak kursam;
"Bebekleri uyutmak için kullanılır bunlar. Ne anlıyorsunuz anlamıyorum. Ata binmek bundan daha zevkli. Ama sen attan korktuğun için bunu asla anlamayacaksın." Derdi.
Attan korktuğumu söyleyince sinirlenmiştim bir keresinde.
"Yalan söyleme attan korkmuyorum." Oturduğum salıncaktan kalkmış ve elimi yumruk yapıp ona doğru bağırmıştım.
"Evet korkuyorsun. Sen bir korkaksın. Ben ata binip ok atarken sen burada bebekleri avutacaksın her zaman." Yandan bir gülümsemeyle alay ederek demişti bunu.
"Asıl korkak sensin. Bir ağaca bile çıkamıyorsun."
"Bana korkak diyemezsin." Diyerek saçlarıma yapışmış beni ormanın içinde döndürmeye başlamıştı. Benden iki yaş küçük olsa da ona gücüm yetmiyordu.
Saçlarımdan tutmuş beni döndürürken ayağı bir taşa takıldı ve ikimizde paldır küldür yere düştük. Bende bunu fırsat bilerek hemen yanından kaçtım ve salıncağı kurduğum ceviz ağacına çıktım. Bu Aysar ile ettiğim kavgalarda genellikle yaptığım bir şeydi.
Sonrada ağaçtan aşağı bakarak;
"Madem korkak değilsin, gel yanıma. Burada kavga edelim." Dedim.
"Buna hile derler. Kaçtın hemen. Asıl korkak sensin. Kendinden küçük kardeşinden dayak yiyorsun ve ondan korkup kaçıyorsun."
"Korkak değilsen buraya gelirsin Aysar. Konuşup durma boş yere."
Beline inen uzun bakır rengi saçları güneşte daha çok parlıyordu. Kızmıştı ve yüzü kıpkırmızı olmuştu.
"Asıl sen korkak değilsen sen aşağı inersin."
"Korkaksın işte."
İşret parmağını tehditkâr bir şekilde bana doğru savurdu.
"Ya kendin inersin hemen aşağı ya da ben seni indirmesini bilirim." Dedi.
Ben "Bir dene." Dedikten sonra eline aldığı irili ufaklı taşları üstüme doğru atmaya başladı ve o gün attığı taşlardan biri gözüme geldi ve ben haftalarca mor bir gözle gezmek zorunda kaldım. O günden sonra ise Aysar'ın dayaklarından kaçtığım zaman ağacın en yüksek dalına çıktım ve bir daha taşları bana dokunamadı.
Bu anılar aklıma gelince gülümsedim. O hırçın ve kavgacı halinden eser kalmamıştı. Şuanda azat edilmiş ve evliydi. Hem de kalede karşılaştığı o komutanla. En azından o sevdiğine kavuşabildi ve şuanda mutluydu. Bunu hak etmişti.
Salıncağı kurmuş tam aşağı inecekken bir ses duydum.
"Çok sağlam görünmüyor. Emin misin çocukların düşmeyeceğine?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAYBARS Düşüş (DÜZENLEMEDE)
Historical FictionSonumuz hikayemizin başladığı yerdi. Yaşlı kadın bana biraz daha yaklaşarak bu seferde; "Mısır'ın ve Suriye'nin en güzel sultanı, kraliçesi" demişti. Artık onu duymazlıktan gelmeye dayanamayarak başımı onun olduğu tarafa çevirmiş, insanın içine işl...