0

466 27 3
                                    

Dışı da en az içi kadar görkemli olan şapele koşar adımlarla girdim. Açıkçası ne tarafa gideceğimi de bilmiyordum. Belki de iç sesime güvenmeliydim zira etrafta sorabileceğim bir çalışan bile yoktu.

Hızlı adımlarla uzun koridorda ilerledim. Birkaç saat sonraki nikah için süslenmeye başlayan ana salonun kapısına vardığımda adımın seslenilmesi ile başımı kaldırıp etrafıma baktım. Beth'in, en yakın arkadaşımın, annesi Bayan Johnson ayağındaki topuklulara rağmen bana doğru hızlı adımlarla ilerliyordu.

"Ah, Belle, sonunda gelebildin tatlım." dedi kollarını bana sarıp yanağıma yumuşak bir öpücük bırakarak. Ben de ufak valizimin sapını tutan elimi onun sırtına koyup, bu zarif kadının zarif sarılışına karşılık verdim. "Beth senin gelemeyeceğini düşünmeye başlamıştı. Aramalarına da cevap alamadı."

Bayan Johnson'ın belimden tutan ve adeta sürükleyen eline uyum sağlayarak valizimi kavradım ve peşimizden sürüklemeye başladım. "Uçağım rötar yaptı, telefonumun da şarjı bitti. Ama iner inmez hemen buraya geldim." dedim bizi merdivenlere sürüklerken. Onun belimi tutan elimden sıyrılıp bavulumu kavradım ve merdivenleri peşinden çıktım.

Ayağımda spor ayakkabılarım olduğu için bir kez daha şükrettim.

"Burada ne kadar kalacaksın? Seni tekrar aile yemeklerimizde görmek için can atıyoruz." dedi ben valizimle boğuşurken elimdeki elbise çantasını alarak.

Johnson ailesi, tıpkı kendi ailem gibi, sorgusuz sualsiz bana kucak açmıştı hep. Bay ve Bayan Johnson sahip oldukları dört çocuğun yanı sıra beni de aileden bellemişti. Benim için masalarında birer sandalye, evlerinde birer oda olurdu hep. Noel ağacının altında da birer hediye.

"En fazla bir hafta kalabilirim sanırım." dedim koridorun sonundaki odaya ilerlerken. "Noel'den önce Boston'a dönmem lazım."

"Noel'de yalnız mı olacaksın?" dedi endişeli bir yüz ifadesiyle.

Ailem ben ve erkek kardeşim liseden mezun olur olmaz kendi topraklarına, İskoçya'ya geri dönmüşlerdi. Büyük ailemizin geri kalanı da oradaydı. Sadece ben ve erkek kardeşim Tyler ayrıydık aileden.

"Bilmiyorum. Tyler ayarlayabilirse yanım gelmeyi planlıyor." dedim omuz silkerek. Herkesin düşündüğünün aksine 'özel' günlerde yalnız olmak beni o kadar da üzmüyordu. Boston'da geçirdiğim dört yılda yalnızlıkla kolayca başa çıkmıştım.

"Biliyorsun tatlım, evimizde sana her zaman yer var." dedi kapıya uzanıp açmadan önce. Biliyordum, elbette.
"İşte nedimemiz de geldi." dedi Bayan Johnson ben kapıdan girmeden önce odaya seslenerek.

Beth, kocaman bir aynanın önündeki görkemli bir koltukta oturuyordu. Kuzeni Sara ve kız kardeşi Freya etrafında dört dönüyor, makyajı ve saçının kusursuzluğu için uğraşıyorlardı. Benim aksime Beth, bolca kız kuzene sahipti. Bir makyöze ve kuaföre gerek kalmayacak kadar yetenekli kuzen ve kız kardeşlere.

"Tanrım, sonunda." dedi Beth, Sara ve Freya'nın ellerini itekleyip bana uzanarak. Kollarımızı birbirimize sıkıca doladık. "Bir an nedimem olmadan düğün yapacağımı düşünmeye başlamıştım."

Kıkırdayarak boynuna gömdüğüm yüzümü kaldırıp yanağına dudaklarımı bastırdım. "Bensiz evlenemezsin, biliyorsun." dedim kollarından geri çekilip neredeyse bitmiş makyajı ve saçlarını inceleyerek. "Belki de böyle güzel bir gelini Ashton'a kaptırmamalıyım ne dersin."

Gülerek belimdeki kollarını sıkılaştırarak bana tekrar sarıldı. Ancak bu seferki kısa sürdü. Geri çekilip beni süzdükten sonra kalktığı koltuğa ilerlerken konuştu. "Eğer Amerika kokusundan kurtulmak istersen arka tarafta ufak bir banyo var. Hızlıca banyo olduktan sonra eminim kızlar seni hazırlayabilir."

Sara ve Freya bana kısaca sarılırken başlarını salladılar. "Herhangi bir şekilde mantar kapmayacağımı düşünmüyorsan neden olmasın." dedim dudaklarına bir gülümseme yerleşirken.

Ablasının etrafında dolanmayı bırakıp bana koşan en küçük Johnson için yere eğilip kollarımı açtım. "Merhaba, kelebek." dedim kollarımı ona sıkıca dolayıp ayağa kalkarken. Dudaklarını yanağıma bastırıp bana sulu bir öpücük verdiğinde kıkırdadım. Bunu yapmasına izin verdiğim tek kişiydi.

"Merhaba, Belle. Seni çok özledim. Hatta ablamdan bile çok özledim." dedi kollarını boynuma sararak. Beth'ın aynadan ona bakan yüzüne ve çatılmış kaşlarına bakıp kıkırdadı. "Sence de ablam genç bir kraliçe Elizabeth'e benzemiyor mu? Belki de babam bu yüzden ona bu ismi vermiştir."

"Tanrı aşkına Eleanor, şu benzetmeden vazgeç." diye tısladı Beth aynadan bize bakmaya devam ederek. Sesinin sertliğine rağmen yüz ifadesi içten içe gülüyordu. Fark edebiliyordum. Bu yüzden kucağımdaki Eleanor ile göz göze gelip başımı onaylarcasına salladım.

"Tatlım, Isabelle'e izin ver de banyoya girebilsin." dedi Bayan Johnson yanımıza gelip kızını kucağımdan indirirken. Eleanor hızla başını sallayıp ablasının yanına gitti tekrardan. "Gel canım, sana banyoyu göstereyim."

Bayan Johnson'ı odanın sonundaki ahşap kapıya takip ettim. Açılan ışıklar, bir şapelin içinde günah işlememe neden olacak kadar güzel bir banyoya açıldı. Geniş banyonun ortasında altın renkli ayaklara sahip, mükemmel bir küvet vardı. Aynaların önünde, tezgahta birkaç tane kokulu mum, banyoya eşsiz bir koku salıyordu.

"Eğer istersen valizini Eddie'ye veriyim, oteldeki odana götürsün." dedi Bayan Johnson beni banyonun büyüsünden kurtararak. İşte, düğünü görkemli yapan olaylardan biri de buydu. Ashton Irwin, düğünün yapılacağı oteli haftasonu için neredeyse kapatmıştı. Ve otel, Sidney'in en görkemli ve tabiki pahalı otellerinden biriydi.

"Çamaşır ve ayakkabılarımı çıkarıyım o zaman." dedim odanın köşesinde duran valizime ilerleyerek. İçinden elbisemin altına giyeceğim çamaşırlarımı, ayakkabılarımı ve takılarımın da içinde olduğu çantamı çıkartıp Bayan Johnson'a teslim ettim.

Sonra da kendimi on dakikalığına görkemli banyoya kapatıp yolculuğun üzerime sinen kokusundan kurtuldum. Büyük duş başlığının altına girerken bana bakan güzel küvetten gözlerimi hala alamıyordum.

Kurgularıma Calum'un olmadığı ilk bölüm yazmayı çok seviyorum sanırım. Umarım beğenmişsinizdir.

Someone to Love | chHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin