4

62 5 8
                                    

Kendime sinirliydim. Şu an bulunduğumuz ortam, onun bana dokunması, içime çekmek durumunda kaldığım nefesi; kendime sinirli olmama sebep olmuştu.
"Gi Yun," dedi tek nefeste. "Rahatsız olmam."

Sanki gözlerimi ona dikip öylece baktığımda karanlıkta görme yetim birden aktifleşecekmiş gibi hissediyor ve evet öylece ona bakıyordum.
Çenem titriyordu.
Bu tarz durumların ortasında kalmaktan hoşlanmıyordum, bir yerden gitmek istediğimde gitmeliydim. Biri beni durdurmamalıydı.
Fiziksel ya da mental olarak durdurulmak insana kendini aciz hissettiriyordu. Hayatımda, aciz hissettiğim bunca anla savaşmak için kendime etmediğim işkence kalmamışken şimdi durdurulmuştum.
Bu kafama dank edince, bileğimi ondan sertçe kurtardım. "Tamam, anladım."
Hızlı bir şekilde az önce Lay'in uzandığı yere doğru yürürken, onun ayak seslerini işitemiyordum. Fakat arkama dönüp ona bakacak cesaretim de yoktu.
Yere uzanıp gökyüzünü seyretmeye başladıktan bir süre sonra Lay artık gelmiş, yerine geri uzanmıştı.
"Yıldızları görebilmek büyük bir hediye." dedi birden. "Seoul'da böyle bir şey imkansız."
Kafamı onun tarafına çevirdim. Evimizin terası yoktu ve yıldız izlemek istediğimde bahçeye uzanmam gerekiyordu. O yüzden bu yerin terasını çok merak etmiştim.
"Bu yüzden mi geldin? Yıldızları görebilmek için?"
Gülümsediğini seçebiliyordum.
"Böyle de diyebiliriz." Dedi ardından kollarını kafasının altında birleştirdi. "Daha çok, göremediklerimi görmeye geldim. Fakat işe yaramayacak gibi duruyor."
"Neyi görmek istiyorsun?"
"Bilemiyorum, mutlu insanlar? Biraz daha samimiyet belki."
Gülümsedim. "Doğru yere gelmişsin."
"Olduğun yerin bu konuda önemsiz olduğunu anladım." sesi çok ciddi geliyordu. "Bir yere kendimle birlikte kaçtığımda her yer Seoul olacak."
"Aah!" dedim uzanıp ona sertçe vurdum. "Gören de sayılı günün kalmış sanacak."
Vuruşumla birlikte kafasını kaldırıp dirsekleri üzerinde doğruldu.
Aslında dedikleri kafamda çınlanıp kalmıştı. Eğer hastalıklı bir kafası varsa, insan kendinden kaçamadıkça hiçbir yerde mutlu olamazdı, bu doğruydu. ona bakıp "hepimiz bir şeylerden kaçıyoruz; anlatmak, açıklamak zorunda değilsin. sadece kaçtığın yerde mutlu ol." demek istedim. demek istedikçe ağzımdan tek kelime dahi çıkmadı.
Bana bir şeyler anlatmasını şu an için istemiyordum; bir başkasının yükünü omuzlarıma almak çok zordu. Bencildim fakat haklıydım da.
"Bana bir daha vurma." dedi çocuk mızmızlığıyla. "Elin çok ağır, böyle vurmayı nereden öğrendin?"
"Dövüşte kasaba birinciliğim var." Sırıttım.
Oturma pozisyonuna geçti. Işığa alışan gözlerimle, yüzündeki şaşkın ifadeyi görebiliyordum.
"Gerçekten mi?"
Kahkaha atmaya başladım. "Hayır."
Bu kadar saf olması çok komikti. Ellerimi karnıma bastırarak gülüyordum. Nedensizce kendime hakim olamıyordum.
Derken Lay de kendini yere attı, kahkahalarıma o da eşlik ediyordu.
Sonunda karnımdaki sancılarla durulduk.
"Sana eşlik etmemek çok zor."
İkimiz de hızlı hızlı nefes alıp veriyorduk. Bir süre nefesimi düzenlemek için uğraştım.
"Efendim?"
Ne demek istediğini kesinlikle anlamamıştım. Fakat Lay'in cevap vermeye niyeti yok gibiydi. Zira ayağa kalkıp teras kapısına yöneldi.
"İyi geceler."
Ve kapıdan çıkıp gitti.

•••

Küçük sırt çantama diş fırçası, iç çamaşırı ve birkaç kıyafet sıkıştırdıktan sonra ayağımdaki converseler dışında bir diğer spor ayakkabımı da elime alıp dışarı çıkmaya yeltendim. Babam salonda horul horul uyuyordu. Onu uyandırmamak için hiçbir çaba göstermeden mutfağa geçip bir iki paket rameni de çantama da attım. Lay'e yemek konusunda da yük olmak istemiyordum.
Ardından da hızlıca evden çıktım. Lay'in evi benimkine uzak sayılırdı, 20 dakika kadar yürümem gerekiyordu. Kahvaltı etmeden çıktığımdan karnım da çok acıkmıştı. Bu yüzden hızlanmaya karar verdim. Bugün öğleden sonra çalışıyordum, hızlıca eve gidip bir şeyler yedikten sonra saatlerce uyumaya ihtiyacım vardı. Zira gece çok parçalı uyumuştum.
Koşar adımlarla yürüdüğümden eve düşündüğümden erken vardım. Sessizce kapıyı açıp Lay'i rahatsız etmemeye çalışarak eve girmiştim ki, birden karşımda bitti.
"Ah! Cidden!" çantam ve ayakkabılarım korkuyla elimden fırlamıştı. "Ödümü koparttın."
"Kahvaltıya gidelim."
"Sen git." dedim. "Dışarda kahvaltı edecek param yok."
"Ben ısmarlayacağım." Karnını ovuşturup dudaklarını büzdü. "Hadi gidelim."
"Hayır kurumu falan mısın sen? Beni evine aldın, şimdi de kahvaltıya mı götürmek istiyorsun?"
Gözlerini devirdi. "Şunu düzeltelim seni evime ben almadım; sen kendini aldırttın. Bu durumda sen de bana borçlu sayılarsın o yüzden artık kahvaltıya gidebilir miyiz?"
"Aldırttım ya da aldın. Sonuçta ikisi de aynı kapıya çıkıyor."
"Ne yaparsan yap," deyip kapıya yöneldi. "Sonsuza dek ramen yiyeceksin."
Kapıdan çıkarken, alt dudağımı ısırıp durum analizi yaptım. Ne olmuştu da bana kahvaltı ısmarlamak isteyen birini reddediyordum ki? Babamın içki kokusu beni sarhoş mu etmişti acaba? Niye umursuyordum? Önemli olan karnımı doyurmamdı.
Koşar adımlarla evden çıkıp kapıyı çektim.
"Bekle! Lay! Tamam geliyorum!"
Fakat beklemedi, devasa adımlarıyla umarsızca yürüyordu ve ben de koşmak zorunda kalmıştım.
"Mekan öner." dedi nefes nefese ona yetiştiğimde.
"Tanrım burayı Seoul mu sanıyorsun?" Nefesim kesildiğinden devam edemedim. Biraz kendimi toparlamak için eğilip ellerimi de dizlerime yasladım.
"Azıcık olan enerjini laf sokmak için değil de çözüm önermek için kullansan-"
"Burada kahvaltı etmek istediğinde gidebileceğin onlarca mekan yok. O yüzden takıl peşime." Nefesim biraz düzelmişti. Ve bana çıkışmasını da umursamadım.
Ayrıca son cümlem çok mantıksızdı ama ciddiye alırsa belki de biraz yavaşlardı.
Ciddiye almamıştı.
Onu çalıştığım yere götürecektim; böylece çalışan indirimi de alabilecektik. Zaten burada topu topu iki restoran vardı ve en lezzetli yemekleri yapan da çalıştığım yerdi.
Restoranın önüne geldiğimizde, Lay hala yürüyordu. Arkasına bile bakmadan hem de.
Olduğum yerde dikilip ellerimi belime yasladım. Biraz daha uzaklaşmasını bekliyordum. Yaklaşık 100-150 metre gittikten sonra, "Lay!" diye haykırdım son gücümle. "Burası!"
Uzaktan seçemesem de bana sinirli bir şekilde baktığından emindim ve gülmemek için büyük bir savaş verdim.

call me whatever/whenever (zhang yixing)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin