Normalde olsa bu sözüme karşılık bana acınası gözlerle bakacak olan Calum, bu sefer öyle yapmadı ve kalın dudaklarını benimkilerle birleştirdi. Dudağının her hareketinde vücut ısım kontrolünü kaybediyor ve ben yanmaya başlıyordum. Dudaklarının dolgusu dilime baskı yapıyordu. Nemli öpüşlerine ayak uydurmak zordu ancak tarif edilemez bir hissi vardı.
Dillerimiz birbirine ufak dokunuşlar yapıyor, arada nefes almak için benden ayrılıp kısa soluklar alıyordu. Sanırım rüyadaydım ve uyanmak başıma gelecek en kötü şey olurdu. Dudaklarımda baskıyı yeniden hissettiğimde önce irkilip sonra temposuna ayak uydurmayı başardım.
Artık elleri başımın iki yanında onu havada tutmak için uğraşmıyordu çünkü Calum çoktan tüm ağırlığını üstüme vermişti. Parmakları vücudumun her yerini yeni keşfedermişçesine geziyordu ve ben içimi kıpır kıpır eden o hisle baş başa kalmıştım.
Alt dudağımı yavaşça ısırıp kendine doğru çektikten sonra dudaklarımızı ayırdı.
"Hadi, çay içelim."
Yaklaşık beş - on dakikalık bir sevişmeden sonra çay teklifi beni güldürmüştü ama o ne isterse yapmaya hazırdım. Çaylarımın tadını sevmese bile...
Hızlıca yataktan kalktım ve dün geceden bir taraflara atılmış tişörtümü giyip vücudumu örttüm. Paytak adımlarla mutfağa ilerledikten sonra dolaptan bir melisa çayı, kuşburnu, yeşil çay, kantaron çayı ve bir tutam zencefil çıkardım. Acaba Calum hangisinden nefret eder diye düşündüm ve içine biraz zencefil katılmış kuşburnu düşüncesi diğerlerinden daha ağır bastı. Sonuç olarak ne koyarsam koyayım beğenmeyeceği için en kötüsünü vermek suç sayılmazdı, öyle değil mi?
*****************************************
"Jefflyn, gerçekten çaya bayılmıyorum ama Tanrı aşkına bu da neydi böyle?"
Dudaklarımın arasından tiz bir kıkırtı döküldü.
"Bence sorun senin damak tadın, nasıl olur da beğenmezsin aklım almıyor!"
Kafasını her neyse dercesine sallarken ben de çay bardağıma gömülmüş kıs kıs gülüyordum.
"Sanırım telefonum odanda kaldı, getirebilir misin?"
Gözlerim sanki dünyanın en garip şeyini duymuşum gibi açıldı ve şaşkınlıkla Calum'a baktım. Calum bana 'getirebilir misin?' mi demişti, yoksa ben mi yanlış duymuştum? Şu iki günde karşıma resmen bambaşka bir Calum çıkmıştı. Bunlar gerçekten normal değil, gerçekten...
Fazla uzatmadan içeri gidip dağınık odamda telefon aradım. Çok zor olmadı çünkü sehpanın tam ortasında neredeyse kafam kadar bir telefon duruyordu. Birkaç adım sonra telefona ulaşacaktım ki ayağıma takılan bir çanta askısı zeminle buluşmama neden oldu.
"Umarım o ses telefonumdan gelmemiştir!"
"Ah, hayır düşen sadece benim, daha az değerli bir şey. Sorun yok!"
Kolumu ovuşturarak acı eşliğinde doğruldum ve beni düşüren çantaya yaklaştım. Benim sırt çantalarıma benzemiyordu, herhalde Calum'un diye düşündüm ve yerden kaldırmak için aldığım anda çantanın ön gözünden birkaç parça ilacın döküldüğünü gördüm. Çantayı kenara bıraktım ve daha iyi görebilmek için yere eğildim. Tam beş tablet farklı ve devasa görünümlü ilaç bana bakıyordu. Kalp atışlarımı duyabilirken endişemin kokusu da tüm odaya yayılmıştı.
"Sadece bir telefon getireceksin Jefflyn, bu kadar zor olmamalı!"
Calum'un bağrışları mutfaktan çıkıp, koridorumda birkaç çerçeveye çarpıp kulaklarıma doldu. Aceleyle ilaçları topladım ve
"Geliyorum!" diye seslendim.
Yataktaki telefonumu alıp ilaçlardan birkaçının fotoğrafını çektim ve çantaya geri yerleştirdim. Bunun peşini bırakmayacaktım. En son sehpadan devasa telefonu alıp çıktım.
Bugün cumartesiydi ve biz tamamen özgürdük. Okul yoktu, hocaların garip istekleri yoktu ve en önemlisi de okuldaki kızların Calum'a attıkları "seni tahrik edeceğim" bakışları yoktu. Calum'laydım ve mutluyduk. Hepsi bu. Geçtiğimiz iki günde bana önceden bir bokmuşum gibi davranan adamın inanılmaz değişimi kafamı kurcalamıyor değildi. Bana daha önce tatmadığım bir mutluluk vermişti evet, ancak benim yüreğimde başrol kederdi ve yakında solosu gelecekti. Hissedebiliyordum.
Kafamdaki düşünceleri bir kenara ittim ve cebimden tek dal Marlboro Blue çıkartıp yaktım. Grinin rüzgarla dansı hoşuma gidiyordu. Sanki her dumanın farklı bir hikayesi vardı da rüzgara anlatmak için can atıyordu. Ve rüzgar her bir savuruşunda dumanı susturup acısını katlıyordu. Duman çaresizdi, suskunluğu hüznüne mıhlanmıştı ve rüzgar acımasızdı, çok üzüntü dinlemişti artık boğulduğunu hissediyordu bu yüzden feryatları anlayışını köreltmişti. Sonuç olarak ikisi de üzgündü ve dibine ayak basamadıkları bir okyanusta, dev dalgalarla boğuşuyorlardı.
Ben dumandım, Calum ise rüzgar. Ben ölüyordum, o ise gülüyordu. Benim çığlıklarım tenimde hapsedilmiş nefeslerimde saklıydı o ise hiçliğin ardındaki siyahlık kadar masum, beyazlık kadar suçluydu ve çığlık atmak ona göre değildi. Sonuç olarak ikimizde aynı yolun farklı şeritlerinde yürüyorduk ve oksijen artık bize nefes veremiyordu, boğuluyorduk ancak ölmüyorduk...
*********************************
Calum'la geçirilen süper erotik ve anlamsız günümüzden sonra soluğu dağınık yatağımda aldım. Yorgundum ve bunu yeni fark ediyordum. Aklımı kurcalayan bir sürü şey vardı. Bunlardan ilki ise bir avuç dolusu isimlerini hayatım boyunca duymadığım ilacın onun çantasında ne aradığıydı.
Yattığım yerde doğrulup sırtımı yatağımın deri başlığına yasladım. Yanı başımda duran telefonuma uzandım ve resmi açtım. Resmi büyüterek ilaçların isimlerini Google'da aratmayı planlıyordum ve öyle de yaptım. İçimde her ne kadar bir parça burukluk ve çokça korku olsa da kendimi önemli bir şey olmadığına inandırmaya çalışıyordum. Ancak zihnimde bin tane senaryo kurmuştum bile.
Derin bir nefes alarak ilk çıkan sayfaya tıkladım ve yazanları yorumlarıyla birlikte okumaya başladım.
Ağır depresyon, kişilik bozukluğu, intihar isteği, antidepresan, aşırı mutsuzluk hali.
Yazanlar bunlardı ve ben gözlerimdeki şok olmuşluğu telefonumun ekranından görebiliyordum. Hızla resme geri döndüm ve diğer ilacın ismini arattım.
Kişilik bozukluğu, insanlara karşı aşırı sinir ve aşırı üzüntü, depresyon, kontrol zorluğu.
Çekebildiğim iki ilaçta hemen hemen aynı şeyler için kullanılıyordu. Kalbimde bir ağrı hissediyordum ve bu hiç iyi değildi. Baş ucumda duran sudan bir yudum aldım. Calum'un bu garip tavırlarının sırrı ortaya çıkmıştı. Demek psikolojik rahatsızlıkları vardı. Aslında bunu tahmin etmek o kadar zor değildi bunu zaten biliyordum ancak bu kadar ileri seviyede oluğunu yeni öğrenmiştim.
Yazan açıklamalar zihnimde yeniden yankılanıyordu. Kişilik bozukluğu, ağır depresyon, aşırı mutsuzluk hali...
Bunlar Calum'un garip davranışlarını açıklıyordu. Biraz geçmişe gidince tüm davranışlarını açıklıyordu. Tamamen şok olmuştum ve ona tüm benliğimle yardım etmek istiyordum. Onun için ruhumu bile verebilirdim ve onu iyileştirmek için ne gerekiyorsa yapmaya karar verdim. Ama önce uyumam gerekti, zihnimin en başından beri bana gönderdiği sinyalleri sonunda uygulamaya koymamın zamanı gelmişti. Baş ucumdaki lambayı söndürdüm ve zor da olsa gözlerimi kapatmayı denedim.
Yüreğimin baş rol oyuncusu keder, saklandığı yerden çıkmış tüm şehvetiyle yeniden sahnenin ortasında parıldamaya başlamıştı...
MERHABA ARKADAŞLAR!
BAYA UZUN ZAMANDIR YAZMIYORDUM VE ŞİMDİ HİKAYEYİ GÜNCELLEDİM.
SİZDEN BUNUN İÇİN ÖZÜR DİLERİM!!
VE UMARIM YENİDEN SEVEREK OKURSUNUZ XOXO