8.Bölüm-Korkuyorum

61 10 3
                                    

Medya:Bölümden
Şarkı:Neighborhood-afraid

Şarkı videoda var, dinleyerek okuyun öneririm ;)


Ailemin vefatının üzerinden bir hafta geçmişti, ben Toprak'a Merve'ye ve Selami dayıma kendime gelip eski yaşantıma dönmek konusunda söz vermiştim, sanırım sözümü tutamadım, çünkü bir hafta boyunca bir koala gibi bulduğum zeminde uyuya kaldım, ama Ji Seo'nun bir cümlesi beni çok etkilemişti, "Uyuyunca geçmez, geçerse uyursun." demişti, haklıydı demek ki biraz yol kat etmiştim ama korkuyordum , ailemi unutmaktan, onların hatıralarını yaşatamamaktan çok korkuyordum...
Her zaman ki gibi saati bilmeden uyanmıştım, dün dayıma saat üçte hazırlanıp kendisini beklemem için söz vermiştim...

***
Birkaç dakika boş boş etrafı izledikten sonra yuvarlanarak ayağa kalkmaya çalıştım, ama olmadı. Buz gibi zemini büyük bir sesle boyladım.

Kalkıp acıyan sırtımı ovuştururken kapıdan bir ses geldi,
"Cemre iyi misin? "
Önce boğazımı temizledim," İyiyim, telefonum düştü. " dedim. Ayak sesleri duyunca gittiğini anladım. Artık bir hafta olmuştu artık o da kendi evine taşınacaktı.

Birden dayıma verdiğim söz aklıma geldi ve saate baktım, daha iki buçuktu, hemen dolabımdan çıkardığım kot ve bordo kazağımı alıp duşa girdim. Yarım saat vaktim kaldığı için aceleyle işimi bitirip çıktım. Saate baktığımda daha on beş dakika geçmişti, küçük el çantama telefonumu, cüzdanımı yerleştirip aşağı indim. Gözüm Ji Seo'ya takıldı, elinde bir çerçeve göz yaşlarını siliyordu, "Sen iyi misin?" küçük adımlarla yanına ilerlerken söylediğim cümle ile beni fark edip elindeki fotoğrafı sakladı.
"İyiyim,sen banyoda değil miydin? "
Çok ağlamıştı, belli oluyordu.
" Dayım beni almaya gelecek hızlı hazırlandım. " panikle kalkıp odasına ilerledi," Sonra görüşürüz o zaman, ben eşyalarını toplamaya gideyim. "
Dedi ve konuşmama fırsat bırakmadan odasına gitti.

"Bu çocuk niye böyle davranıyor ki?" diye mırıldandım, ilk geldiğimde gayet iyi davranmıştı, ama şimdi bana bir çöpmüşüm gibi davranıyor.

Zilin sesiyle iç dünyamdan ayrılıp kapıyı açtım, dayım hayretle beni süzdü, "Sonunda özüne döndün prenses, koala gibi uyu, uyan, yuvarlan modundaydın." anahtarımı alıp kapıyı kapattım, dayıma cevap vermeyi de ihmal etmedim, "Şaka kaldıracak durumda değilim dayıcığım, nereye gidiyoruz?"

"Sürpriz, gidince göreceksin." Böyle şeylerden nefret ediyordum, "zaten öğreneceğim neden beni merakta bırakıyorsun?" diye mırıldandım, "Sabret prenses." dedi muhabirlikten izdivaç programı sunuculuğuna terfi etmiş adam edasıyla.

Arabada boş boş geçtiğimiz yolları izliyordum, eski evimden biraz uzakta olan sahile indik, biraz da deniz kenarında ilerledikten sonra dört katlı, her tarafı simsiyah camlarla kaplı olan bir evin önüne park ettik.
Dayım bana dönüp elime bir anahtar tutuşturdu, "Bu senin yeni evin canım." dedi ve arabadan indi. Şaşkın şaşkın evi süzerken dayım kapıyı açıp kafasını hadi anlamında salladı, aşağıya indip evin kapısına doğru yöneldim, dayımın verdiği anahtarlardan birini dış kapıyı açmak için kullandım, dayım hızlanarak öne geçip asansörün düğmesine bastı, şaşkınlığımı bir kenara bırakıp, "Dayı ne gerek vardı, eski evimde de yaşardım." dedim,
"Sana üzüleceğin şeyleri hatırlatan bir evde asla yaşamına devam edemezsin, daha çok kendini yıpratırsın."konuşurken anlam vermediğim bir sesle irkilip asansörün geldiğini anladım, önden dayım bindi ve üçüncü kata bastı.
"Sahi o eve ne olcak başkasına mı satacaksın, asla izin vermem o ev annemin ve babamın. "dedim sinirli bir ses tonuyla." Hayır prenses o ev hala senin olacak, istediğin zaman girip çıkabileceksin, sadece bu eve taşınman gerekiyor. " dedi ve yine aynı sesle birlikte kapı açıldı. Binanın içi çok modern gözüküyordu merdivenler koyu siyah, duvarlar ise çakıl rengindeydi.
" Hadi evinin kapısını aç bakalım prenses. " dedi dayım, binaya girerken kullandığımdan farklı anahtarı alıp kapıyı açtım.

İçerisi çok ferah gözüküyordu, büyük bir girişi vardı ve boydan boya siyah camlı bir portmanto ile kapalıydı, girişten biraz ilerlediğimizde sol kapıdan girdim ve karşıma siyahlarla kaplı şık, modern ve zarif bir mutfak çıktı, mutfak salonla neredeyse bitişikti, iki kolon ile ayrılıyorlardı, mutfaktan çıkıp uzun bir koridorda yavaş adımlarla ilerlemeye başladım, dayım sanki yokmuş gibi evi incelemeye devam ettim, karşıma dört tane kapıdan en önde olanına girdim, burası oturma odasıydı, duvarları krem rengi olan odanın içerisinde köşeli kahverengi bir koltuk, beyaz tüylü bir halı ve yine siyah camlı bir televizyon ünitesi vardı, bu odadan çıkıp koridorun sağ kısmında bulunan odaya girdiğimde buranın misafir odasını tahmin etmiştim, tek kişilik yatak, bir dolap ve bir komodin ile sade bir odaydı, koridorun sonunda bulunan son odaya girdiğimde, bu odanın da yatak odam olduğunu anlamıştım, içeride portmantoya benzer siyah camlı büyük bir gardırop, krem rengi bir halı, iki kişilik yatak ve bir komodin bulunan oda da gayet sade ve şıktı.

Eskiden hep kendi evimin hayalini kurardım, annemi sürekli evime çağırıp birlikte örgü ördüğümüzü, babamın da damadıyla diğer odada maç muhabbeti yaptığını düşünürdüm. Gözlerim yine dolmuştu, artık dokunsalar ağlarım cümlesini harfi harfine yaşıyordum.

"Beğendin mi canım? " dedi dayım ve kollarının arasına alıp sıkıca sardı beni, bu zor zamanlarımda dayım iyi ki vardı, gerçekten o kadar yardımcı olmuştu ki ona minnettardım, burnumı çekip, göz yaşlarımı sildim,
"Dayı burası çok güzel, çok teşekkür ederim." dedim minnet dolu ses tonum ile.
"Ben de çok beğendim canım, bütün eşyaların hazır buzdolabına kadar dolu herşey, sana yeni kıyafetler de aldırdım sadece özel eşyaların kaldı onu da bugün halledersin. " dedi dayım.
" Hallederim tekar teşekkür ederim dayım. "dedim, ne kadar teşekkür etsem azdı.
" Tamam canım daha fazla teşekkür etmene gerek yok, bir de en alt kattaki komşun orayı yazlık olarak kullanıyor, yani şu an boş, alt kat komşun Şeyma adında bir teyze, üst kat komşun da senle aynı yaşta bir öğrenci, şu an tatildeymiş galiba iki haftaya dönermiş. " dedi dayım, aralıksız konuşmaktan yorulmuştu.
" Hadi artık gidelim. " dedim ve kapıyı kilitleyip evden çıktık, dönerken arabada yolu ezberlemeye çalıştım.

Dayımı yolculadıktan sonra eve girdim, Ji Seo ortalıkta gözükmüyordu. Kapının önünde üç tane bavul vardı, sanırım o da hazırlanıyorum. Odama çıkmadan önce Ji Seo'ya geldiğimi haber vermek için odasına doğru ilerledim, tam kapıya vuracaktım ki içeriden gelen sesleri duyunca bir an duraksadım, Kore'ce konuşuyordu, sanırım annesiyle, tam olarak anlayamasam da biraz hararetli konuşuyordu,

-Hayır, asla geri dönmeyeceğim, artık sıkıldım, sürekli suçlanmaktan.

Sanırım annesiyle konuşuyordu, neden suçlanıyordu ki?

-Hayır burda çalışacağım anne, lütfen ısrar edip bazı şeyleri daha da zorlaştırma.

Dedi, birkaç tıkırtu geldi ve birden kapı açıldı, birden duraksadım, kal gelmişti o an, Ji Seo boş gözlerde bana bakıyordu, "Kapı dinlememen gerektiğini annen baban öğretmedi mi?" söylediği cümle ile beynim alev almışa dönmüştü, o kadar sert söylemişti ki biraz hazımsızlık çektim, "Kapı dinlemiyordum, geldiğimi haber verecektim ki kapıyı açtın." nefret dolu bir ses tonuyla kurduğum cümle karşısında omuz silkip aşağı indi.

Kendimi tutamadım ve ağlamaya başladım," Seni dengesiz çocuk, ilk önce kibar davran beni kollarında taşı, sonra bana dünyanın en ağır cümlesini söyle, dengesiz manyak. "
Ağlamaklı bir ses topuyla mırıldanmıştım, neden bu kadar üzüldüm ki, ailem beni bırakıp gitmiş, onun bu cümleleri az bile diye geçirdim içimden.

Yarını bile belli belirsiz olan bir dünyada bir insanın kalbini kırmak bu kadar kolay olmamalı, en azından ailesini yeni kaybetmiş birine, taze acısını yeniden hatırlatmamalı bir insan...


İyi geceler tatlı okurlarım 💙

Erasmus #Wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin