"Ulan bir de sonuna öpücük koymuş sen kim oluyorsun da beni tehdit ediyorsun, biçimsiz?!" mektubu bütün gece en az yüz kere okumuş ve her seferinde de bir ağız dolusu küfür etmiştim.
"Çıkıyorum ben Anıl, yarın da biraz geç geleceğim. Beni idare edersin olur mu?" niyetim biraz kafamı toplayabilmek için tenis oynamaya gitmekti. Fikir değiştirip şimdi oynamaya karar verdim. Sahile on dakika uzaklıktaydım zaten.
Tenis kortuna geldiğimde önce soyunma odasına gidip üzerimi değiştirdim sonra dolabımdan raketimi ve birkaç tane top aldım. Telefonumun flaşıyla duvardaki şalterlerin bulunduğu kutuyu aramaya başladım. Neredeydi bu lanet olası kutu? Ben hala kutuyu aramaya devam ederken arkadan gelip adım sesleriyle duraksadım. Genel olarak bu saatte kortu kimse kullanmazdı. Bir anda ışıklar gürültüyle yandı.
"Hocam? Sizin burada ne işiniz var?"
"Kafasını dağıtmak isteyen sadece sen değilsin, Destina. Zaten uzun zamandır beraber oynamıyorduk."
Sadri Hoca benim ilk tenis eğitmenimdi. Yılların getirdiği yaşlılık vücudunu bozmamış, hala fit bir vücudu vardı. "Oynayalım Hocam."
Yumuşak bir servisle başladım, bir süre karşılıklı toplarla ısındık. "Hazır mısın Destina?"
"Ben her zaman hazırım Hocam." alt dudağımı ısırdım.
Karşılaması zor bir servis attı. Çok güçlükle geri döndürebildim derken ilk seti o kazandı. İkinci sette servis avantajıyla ben. Üçüncü sette de tahminime göre yedi dakikadır avantajla oynuyorduk. "Pes." diyerek yere yığıldı Sadri Hoca. Benim de ondan farkım yoktu. Ama güçlükle koşup yanına ulaştım. "İyi misiniz Hocam?"
"İyiyim Destina, yaşlılık yaramadı bana." dedikten sonra bir kahkaha koy verdi. Sadri Hoca'yı kaldırıp tabiri yerindeyse sporcu kulübesindeki banklara sürükledim.
"Bak sana ne getirdim Destina." Elindeki küçük şişeyi uzattı.
"Bu ne Hocam?" şişenin kapağını açtım. Yoğun bir koku etrafa yayıldı.
"Etil alkol. Flotinyum içerikli kalemle yazılmış şeylerin ortaya çıkarılmasında da kullanılır."
"İyi de öyle bir kalemim yok ki benim." hafızamı yokladım, evet öyle bir kalemim yoktu benim.
"Babanla yazdığımız yazıları nasıl unutursun, kızım?" bir elini dizimi koydu. "Bence tekrardan onu anmanın vakti geldi de geçiyor bile."
"Teşekkür ediyorum Hocam. Tekrardan, her şey için."
"İyi geceler, kızım. Dikkatli ol, artık buraları eskisi kadar tekin bir yer değil." pamuk kalpli adam hala beni düşünüyordu. Kafamı salladım.
Babam kanser hastasıydı. Öleceğini biliyordu. O ölmeden önce de gelip sık sık tenis oynardık. Nerelere yazılar bıraktığımızı düşündüm. Sonra da buraya gündüz gelmem gerektiğini kafama not ettim.
Raketime yazılar yazdığımızı hatırlıyordum. Ama çok net değildi hatıralarım. Bankın arka tarafından bulduğum büyük ihtimalle burayı temizleyen kişilere ait olan bezi aldım ve etil alkolle ıslattıktan sonra boydan boya raketimi sildim.
Raket kuruyana kadar beklemek yerine raketimi ucundan tuttup ve soyunma odasına gidip üzerimi değiştirdim. Raket kurumasına rağmen üzerinde hala yazılar yoktu. Çok uzun yıllar geçmişti. Silinmiş heralde diye düşündüm. Raketimi yanıma alsam mı almasam mı kararsız kaldım ama yaylarının gevşekliği falan biraz değişikliğe ihtiyacı vardı.
Eve vardığımda ilk işim duş almak oldu. Bazen o kadar çok işim başımdan aşkın oluyordu ki duş almayı bile unutuyordum. Yarım saatlik bir duşun ardından karnımın guruldaması yemek yemem gerektiğini söylüyordu ve haklıydı. Kurt gibi acıkmıştım. Mutfağa gidip domatesleri küp küp doğramaya başla- kimi kandırıyorum. Ev işlerinde pek becerikli olduğum söylenemezdi. Dominos'un numarası nerede ulan?! İnternetten Dominos'un numarası bulup kendime yemek söyledim. Saçımdaki havlu hala duruyordu. Duştan sonra iki saat sadrazam gibi evin içinde dolanmayı seviyorum diye geçirdim içimden. Ama servis elemanının geleceğini göze alırsak artık havluma veda etme zamanı gelmişti.
Yakışıklı bir servis elemanı beklerken yaşlı bir amcanın gelmesi hayattaki şansımın temsili göstergesiydi işte. Yemeğimi yedikten sonra raketimi elime alıp incelemeye başladım. Yaylarını değiştirmem gerekiyordu, gripini de değiştirsem hiç fena olmazdı. Bir anda raketin üzerinde semboller çeşitli tarihler belirmeye başlayınca ilk başta korksam da bunun etil alkol olduğu yüzünden olduğunu anlıyordum. Saate baktım. Tenis kortundan geleli dört saat falan olmuştu. Ancak etkisini gösteriyor herhalde diye düşündüm.
Dirseğinin üst kısmından etil alkol enjekte etmemi söyledi. Mektupta yazan cümleyle kafamdaki düşünceler kesişmeye başladı. Acilen merkeze gitmem gerekiyordu ama yaklaşık kırk sekiz saattir uyumadığımı göze alırsak hasta olacaktım.
Yatağıma bile gitmeye halim yoktu. Televizyonun karşısındaki koltuğa uzandım. Yastığa kafamı koyar koymaz uyuyakalmışım zaten.
Telefonum çalmaya başlayınca elimi savurdum. Masaya çarpınca acısada elim, savurmaya devam etti. Elimi savurmak gözümü açmaktan daha kolay geliyordu. "Nerede ulan bu telefon?!" masanın üzerindeki bardağın düşme sesi geldikten sonra ellerim telefon olabilecek köşeli bir cisme değdi. Hemen ekranı kaydırarak kulağıma götürdüm ama çalmaya devam ediyordu. Tek gözümü açıp telefona baktım. "Kumandaymış, bende neden susmuyor diyorum." Tek gözüm kapalı tek gözüm açık odayı taradım. Televizyonun yanındaki komidine ne zaman koymuştum ben telefonu? "Boşver beee" dedim kendi kendime. "Çalar çalar susar zaten."
Sustu. Gözlerimi yumup uyumaya devam ediyordum ki tekrar çalmaya başladı. Bi' küfür savurup ayağa kalktım. Ya da birden çok fazla.
Kim aradağına bakmadan "Ne var?" diye açtım telefonu. Bu saatte arıyorsa tribimi çekecekti biraz.
"Uyuyan güzel her zamanki gibi huysuz mu? Sayın Destina Ulugöz bugün -geceyle birlikte- üç ceset daha bulundu ve yaklaşık kırk beş dakikaya savcı burada olur. Gelmek veya gelmemek sana kalmış." Savcı dedikten sonra elim ayağıma karışmış o heyecanla cevap vermeyi unutup telefonu yüzüne kapattım. Hızlıca hazırlanırken gelen "yemişim savcısını beeee" hissini bastırmak da hiç kolay olmuyordu açıkçası.
Üzerime siyah bir kot pantolon onun üzerine de bordo bir tişört geçirdikten sonra kapının arkasından hangisini aldığıma bakmadan ceketlerimden birini aldım. Kapıyı kilitledikten sonra anahtarı arka cebime koydum. Arabaya bindiğimde anahtarımın popoma batmasıyla oturur oturmaz yerimde sıçrayıp, anahtarı torpido gözüne salladım. Merkezin önüne gelince ceketimi elime alıp indim. Şansıma da gri ceketimi almıştım ve kıyafetlerimle uyuşmuyordu. "Olsun be" diye teselli ettim kendimi, "Önemli olan katılmaktı sonuçta."
Ofise girdikten sonra ortağıma selam bile vermeden mini buzdolabına sarıldım ve içinden kendime maden suyu çıkardım.
"Destina bugün bulunan bankacı cesedinin kanında yüksek oranda-" elimi sallayarak onu susturdum.
"Etil alkol buldunuz değil mi?" Göz kırptım.
"Ama sen? Nasıl? Oha? Benan bile görmedi sonuçları, ben gittim aldım." Kıyamam nasıl da korkmuştu.
"Sana olayı çözdüm derken yalan söylemiyordum Sayın Anıl Bora Soykıran." azıcık uyduruyordum ama sorun değildi. Elimi kafanı eğ manasında salladım ve konuşmaya fısıldayarak devam ettim.
"Bu cinayette katil Ben'im."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bankacı Cinayetleri
Mystery / Thriller"Son 24 saatin Sevgili Küçük; Eğer 24 saat içinde sana dediğim şeyi yapmazsan, günün sonunda atan bir kalbin olmayacak." Her 24 saat içinde bulunan birbirinden bağımsız 3 ceset. Biri intihar, biri cinayet diğeri zehirlenme. Peki ya sen? Gerçekle...