2002 Kasım'ı
Hıçkırarak ağlıyordum. Hiç durmaksızın. Ama ince, küçük sesim bağırışmaları bastırmıyordu. Sesleri hala kulaklarımdaydı. Beynimi, kalbimi, hislerimi kemiriyorlardı.
"Yeter artık bıktım senden. Allah belanı versin" Sus.
"Seni öldüreceğim. Seni öldürmeden ölmeyeceğim." Duymak istemiyordum. Yeter. Sus. Lütfen.
Gitgide hıçkırıklarım artıyordu. Korkuyordum. Birden odaya ağabeyim Baha geldi.
"Alya? Neredesin?" Gözleri beni arıyordu. Kim bilir, ağladığımı hissetmişti belki de.
"Buradayım." diye fısıldadım ağladığımı anlamaması için. Sesime doğru gelince sandalyenin altında olduğumu fark etti.Kıpkırmızı gözlerime acı acı baktı.
"Neden ağlıyorsun miniğim?" Miniğim... Bana böyle seslenirdi. Onu çok seviyordum. Hala da.. Aramızda farklı bir bağ vardı. Kardeşlik değildi, daha yakın bir bağ. Tek vücut gibiydik.
"Korkuyorum."
"Korkmana gerek yok. Ben buradayım. Sana kimse zarar veremez."
"Ya birbirlerine bir şey yaparlarsa?"
"Onları neden düşünüyorsun? Onlar bizi hiç düşünüyor mu?" İşte, bunu düşünemeyecek kadar küçüktüm.
Konuşmamız bitince içeriden gelen seslerin de kesildiğini fark ettim. Ama içeriye gitmedik. Öylece oturduk ve birbirimize baktık. Sadece... Ne yapmamız konusunda bilgiliydik zaten. Her gün yaşıyorduk bunu. Muhtemelen şuan sinirlerini almışlar ve köşelerine çekilmişlerdi.
2008 Haziran'ı
Her gün ki gibi yine başladılar. Aynı senaryo, aynı kelimeler, aynı nefret, aynı acı... Tek eksik Baha'ydı. Okulu için şehir dışındaydı. Yani yalnızdım.
Ama artık ağlamayacak kadar büyüktüm. Her ne kadar küçük bir bedenim olsa da olgunlaşmıştım. Kendimden 10 yaş büyük olduğuma yemin edebilirdim.
"Senden nefret ediyorum alçak herif."
"Senin saçlarını parmaklarıma dolayıp yolacağım."
Aynı kelimeler, tehditler. Ama ne?! Umurumda bile değiller. Bu laflara alışıktım. Küçüklüğümden beri her saatim böyle geçiyordu zaten. Etrafımda; sürekli azar işittiğim bir öğretmen, bağrışmalarına katlanamadığın ebeveynlerim, şımarık olduklarını düşündüğüm, benden nefret eden yaşıtlarım vardı. Zaten bana hayatımda tek bağırmayan kişi Baha'ydı.
Hala bağırışıyorlardı. Yavaş hareketlerle ayağa kalktım. Aynaya yaklaştım. Şiş göz kapaklarım, içlerindeki mavi göz bebeklerimin görünmesini engelleyecek kadar kapalıydı. Saçlarım kabarmış ve elektriklenmişti. Uykum vardı. Üç gecedir uyuyamadığımı o an fark ettim ve ağır hareketlerle yatağıma gittim.
"Seni öldüreceğim!" çığlıyla uyandım. Saate baktım. bir buçuk saat geçmişti. Bir buçuk saattir kavga ediyorlardı. Bu ikisi kesinlikle şizofrendi.
Son çığlıktan sonra ses kesilmişti. O kadar sessizdi ki evin üstünden geçen martıların sesini duyuyordum. Kapıdan çıktım. Karşımda ellerine bakan bir baba ve kanlar içinde yere uzanan bir anne vardı. Korktuğum şey başıma gelmişti işte. Bir gün bunun olacağını biliyordum.
Babam geldiğimi görünce gözlerini büyülterek bana baktı. Gözlerime. İlk defa uzun süre bakmıştım babama. Zaten evde fazla karşılaşmazdık. Gözleri bana benziyordu. Ya da benim gözlerim ona.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece Kadar Mutlu
ChickLitGece uzundu... Önemli olan geceye direnip, yıldızlara gülümsemekti. Peki, bir gün gülümsemekten sıkılırsak? Gece olmaya devam edip, yıldızları söndürürsek? Umutları unutup, hissizleşirsek?! *** Hikayenin bazı bölümleri gerçek bir yaşantıdan alınmış...