Uyandığımda başım hala Calum'un kucağındaydı. Vücudum soğuktan uyuşmuştu. Calum'un uyumaya devam ettiğini görünce gülümsedim. Yavaş hareketlerle oturur pozisyona geçtim. Ellerimi birbirine sürterek ısınmaya çalıştım. Saati kontrol ettiğimde ilk dersi çoktan kaçırdığımı fark ettim fakat bunu umursamadım. Lavaboya uğrayıp yüzümü yıkadıktan sonra üst kata çıkarak havanın ne durumda olduğunu kontrol ettim. Beklediğimin aksine fırtına daha da güçlenmişti. Dışarı çıkmamız pek olası durmuyordu.
Depoya indiğimde Calum hala uyuyordu. Kollarını göğsünde birleştirmiş, başı omzuna düşmüştü. Uyandığında her yeri tutulacaktı. Onu uyandırmamaya çalışarak gövdesinden tutarak koltuğa yatırdım. Dediği gibi bacakları sığmamıştı.
Onun uyanmasını beklerken kolilerden bir kitap aldım. Koltuğun önüne oturup kitabı okumaya başladım. Arkamdaki varlığı kitaba odaklanmamı engelliyordu. İster istemez mutlu olmamı sağlıyordu. Önümüzde kocaman bir gün vardı.
Calum yavaş yavaş hareketlenmeye başladığında uyanmak üzere olduğunu anladım. Bir kelimesini bile anlamadığım kitabı kapatarak ona döndüm. Gözlerini aralayınca gülümsedim. "Günaydın, Calum." Gözlerini ovuşturarak bir şeyler mırıldandı. Ayılmak için zamana ihtiyacı olduğu belliydi.
Ayağa kalkarak elimdeki kitabı koliye bıraktım. Bu sırada onun da kendine gelmesini bekledim. Lavaboya gittiğinde midemden sesler yükseldi. Bu durum onun yanında gerçekleşmediği için şükrettim.
Gün içinde çok fazla acıkan biri olduğum için çantamda yiyecek bulma sıkıntısı yaşamadım ama elime gelen iki çikolata ve yarısı yenmiş bir paket bisküvi hayal kırıklığına uğramama neden oldu. Kahvaltıyı aradan çıkarabilirdik ama daha fazlasına yetmezdi. Yenilgiyi kabul etmeden çantamı boşalttım. Yere düşen ıvır zıvırların arasında bir cips paketi görünce sevinçten zıplayacaktım ama lavabodan çıkan Calum buna engel oldu.
Sarsak adımlarla yanıma geldi. Uykusunun hala açılmadığı belliydi ama bunun üzerinde durmadan elimdeki paketleri yüzüne doğru salladım. "Kahvaltı hazır." Ona attığım paketi yakaladı ve ne olduğuna baktı. "Sabah sabah çikolata mı yiyeceğiz?"
"İstersen cips de yiyebilirsin, senin tercihin."
"Neden çıkıp dışarıda kahvaltı etmiyoruz?" Sorusunu cevaplamak yerine onu yukarıya çıkardım. Tipiyi gördüğünde cevabını alacaktı.
"Ne yani, burada mahsur mu kaldık?" Kafamı sallayarak ona onay verdim ve kitaplıkların önüne oturdum. Çikolatamı yemeye başladığımda Calum da bana katıldı. Sessizlik içinde kahvaltımızı ettik. Doymak için küçük lokmalar alıyor, yavaş bir şekilde çiğniyordum. Sonunda çikolata tamamen bitince ambalajı yaladım. Ellerimle ritim tutarken sıkıntıdan patlamak üzereydim. Calum'un da benden farkı yok gibiydi.
"Pekala, eğer bütün gün burada kalacaksak zaman geçirmek için bir şeyler yapmalıyız." diyerek ayağa kalktım. "Bir planın var mı?" Elinden tutarak kalkmasına yardımcı oldum. "Pek sayılmaz ama neden bir tane yapmıyoruz?"
Karşımda dururken kafamı kaldırmak zorunda kalmıştım. "Aklında bir şeyler var mı?"
"Oyun oynayabiliriz." dediğinde kaşlarımı kaldırdım. "Ne gibi bir oyun?"
"Saklambaç oynayabiliriz." Etrafıma bakındığımda saklanmak için çok fazla yer göremedim. Yine de hiç yoktan iyidir diye düşünerek teklifini kabul ettim. Saymak için gönüllü olduğumda Calum itiraz etmedi. Gözlerimi kapatıp saymaya başladığımda saklanabileceği yerleri düşündüm.
Gözlerimi açtığımda hızlıca etrafa göz gezdirdim. Onu ortalarda göremeyince saydığım yerden uzaklaştım. Burnuma dolan kokusundan ve nefes alışverişlerinden ona yaklaştığımı hissedebiliyordum. Onu sobelemek için yerime koştum ama o benden önce davranmıştı. Önüme geçtiğinde kaybetmemek için onu ittirdim ve daha hızlı koştum. Onu sobelediğimde nefes nefese kalmıştım. "Sayma sırası sende."