Kayıptım. Öyle birinin bulabileceği bir kayıplık değil, yok olmuşçasına kayıptım. Ruhumu artık hissedemiyorum. İçimdeki küçük nereye saklandı bilmiyorum. Düşüncelerimi bulamıyorum. Artık düşünemiyorum.
Çünkü düşünerek bir yere varılamayacağını çok önce anladım.Zihnimim içinde dolaşıyorum. Ruhumu arıyorum ve onu buldum. Orada, yine o uçurumun başında. Aslında hep oradaydı. Hayatımın başından beri ruhum o uçurum kenarından hiç ayrılmadı. Aklımda saklanan sorular yine firar etti, gözlerimin önüne düştü.
O hala niye bekliyor?
O hala kimi bekliyor?
Tenimde esen rüzgarı hissedebiliyorum. Saçlarımı usulca havalandırıyor. Bedenimde tatlı bir soğukluk bırakıyor. Olmuyor odaklanamıyorum. En son bir saat kadar önce elime aldığımın kitabın hala ön sözündeydim. Oysa aklım doluda değildi okumama engel olacak kadar. Ama işte yok olmuyor. Bırak bi satır tek bir kelimeyi bile anlamıyorum. Öyle boş boş sayfayla bakışıyorum.
Sığındığım şeylerin elimden alınmasından nefret ediyorum. Aklımda yer kaplamadan zihnimi dolduranlardan daha çok nefret ediyorum.
Buna daha fazla dayanamayacağımı anladığımda kitabı kapatıp pencerenin kenarına koydum yere düşmeyeceğinden emin olarak. Beton zemine bıraktığım bardağımı alıp içinde biraz kalan sıvıyı da tek dikişte bitirdim. Rahatsız olduğumu söyleyerek üç gündür okula gitmiyordum. Nehir de içinde bol vitaminin olduğu ağzına kadar dolu bardağı yanıma bırakıp gitmişti. Tadı karışık meyve suyunu andırsa da o olmadığına emindim.
Yurtta kaldığım üç gün boyunca hiçbir şekilde Hazel ile karşılaşmamıştım. Ondan kaçmıyordum hatta bilakis onu görmek için uzunca vakit yemekhanede kalıyor, okul çıkış saatine yakın bahçede oturuyordum. Ama Hazel'i hiç görememiştim. Hayatım boyunca gurur duygusuyla hiç bir arada olmadım, hiçbir zamanda ihtiyaç duymadım. Hazel ile karşılamayı ondan özür dilemek için istiyordum. Bunda guru yapacak bir şey yoktu.
Hazel benim çocukluğumdu. Çocukluğuma sırtımı dönecek değildim.
Bakışlarım yoldayken yurdun önünde duran araba ile anında toparlanıp odadan dışarı çıktım. Bugün geç gelmişlerdi. Merdivenleri hızla inerken Gözde'yle karşı karşıya geldik. Elinde ki çantasını masaya bırakırken gülümsedi yüzüme.
''İyi gördüm seni. Toparlayabildin mi kendini? ''
Gözde'nin sorusuna başımı sallarken gözlerim hala arabadaydı. ''Evet, biraz daha iyiyim. Şey Hazel nerede?'' Kapıdan içeri giren Can ve Eymen'i gördüğümde grubun geri kalanının olmadığını gördüm. Sorgulu gözlerim Gözde'ye dönerken bakışlarını benden kaçırıp umursamaz bir ifadeyle cevap verdi. ''Yoldayken bir yere uğraması gerekiyormuş. Bu yüzden Eylem ile birlikte indiler. Daha sona geleceklermiş.'' Sözlerinin ardından merdivenleri çıkmaya başladı.
Eylem ile Hazel ne alaka. Ya tamam birbirine düşman değiller ama bir yere gidecek kadar ne ara samimi oldular. Ben hala Gözde'nin vermiş olduğu cevabı sindirmeye çalışırken omzuma bir kol dolandı. ''Benim en güzel kuzenim nasılmış böyle. İyileşebildin mi?'' Kendiyle birlikte beni salondaki koltuğa sürükleyen Alas'ın kolunun altından çıkmaya uğraşıyordum. '' Ştt rahat dur bakayım.''
İkimizi de koltuğa attığında fırsattan istifade ittirdim kolunu ve koltuktan doğruldum. Çatık kaşlarım ve kısık gözlerimle bakışlarımı yana çevirdiğimde Alas yüzüne yerleştirdiği geniş gülümsemesi ile bana bakıyordu. Parmaklarımı yumup yumruk yaptığım sağ elimi hızla karnına indirdim. Alas inleyerek doğrulurken içimden Ulaş'a teşekkürler yağdırıyordum bu hareketler için. Sonunda derslerin bir faydasını görebildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Araf Zamanı
FantasyKoskoca kalabalıkların içinde nasıl yalnız kalınırmış tanıdığım herkes çok güzel öğretmişti bana. Karanlığa bırakılmış biri olarak tek sırdaşım en derin karanlıklar olmuştu. Koskoca karanlıklar içinde yankılanırdı sessiz çığlıklarım. Oysa kahvenin e...